Ergenliğin travmatik bir deneyim olduğu, maddi koşulların yeterliliği ya da isteklerin karşılanması ile bu travmatik deneyimin çözüme kavuşmasının mümkün olmadığını aklımızda tutmalıyız.

Ergenin arzusu yetişkinin korkusu

Büşra Küçük

Ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar iyi bilir; ergenlik anlaşılması, baş edilmesi ve hatta çoğu zaman hizaya getirilmesi gereken bir olgu olarak hep baş ucumuzda durmaktadır. Anne babalardan sıklıkla şunları duyarız: “Sözümüzü dinlemiyor.”, “Kafasına buyruk hareket ediyor.”, “Değerlerimize uygun davranmıyor.”... Ve bazen de terapi çalışmalarının ebeveynler tarafından sabote edilmesi ile karşılaştığımız olur. Ergeni psikoloğa getiren ebeveynin talebi onun değişmesidir. Ancak bu değişim ergenin ‘yola getirilmesi’, ‘doğru yolu bulması’ ve hatta ailenin istediği biçimde şekillenmesi de olabilir. Peki doğru yol hangi yoldur?


Belki de şu soru ile başlamalıyız: anne babanın takındığı, çocuğunun kendisi gibi olmasını istemek, kendi dünya görüşünü paylaşmasını, kendi etik anlayışını ve değer yargılarını benimsemesini, kendi gelecek idealini gerçekleştirmesini beklemek tavırları ne kadar yetişkincedir? Ergenle yaşanan çatışmaların odağında kuşkusuz sıklıkla ergenin arzusu ile ebeveynin arzusunun karşıtlığı söz konusudur. Ders çalışmama, “zararlı” alışkanlıklar ya da arkadaşlıklar, kurallara uymama gibi birtakım sebeplerle terapiye getirilen ergenlerin arzusu gerçekten yalnızca anlaşılmak mıdır? Çalıştığım ergenlerde ve çevremde gözlemlediğim; ergenlerin temel derdinin deneyimlemek olduğu. Deneyimin kısıtlanması, yasaklanması ya da yadırganması ergeni bu döneme tepkisel biçimde tutunmaya ve hatta yapışmaya götürebiliyor. Bununla birlikte ergenin belirli bedensel ve toplumsal sınırlarla karşılaşması onun bireyselliğini oluşturmasında yapılandırıcı bir rol oynar, diyebiliriz. Öte yandan sınırları zorlamanın, yani karşı koyma tavrının haz sağladığı ve bunun da önemli olduğu unutulmamalı. O nedenle ergene hiçbir kural koymamak onu karşı koyma hazzından yoksun bırakır, çok sıkı kurallarsa bu hazzın ortaya çıkışına fırsat vermez (Parman, 2021). Parman, Marcelli ve Braconnier’in görüşlerinden hareketle ergenin riskli davranışlarıyla ilgili ne zaman endişelenmemiz gerektiğini şöyle aktarıyor; ... ilk ölçüt yinelemedir. İkinci ölçüt ise süredir. Riskli tavrın yinelenmesinin beş altı aydır sürüyor olması endişe yaratması gereken bir olgu olmalı. Bir başka ölçüt ise çeşitlenmedir. Daha önceki riskli tavırlara yenilerinin eklenmesi de endişe uyandırıcı bir gösterge olarak değerlendirilmeli. Bu arada sahneye dahil olan olumsuz yaşam olayları da dikkate alınmalı. Anne babanın ağır hastalığı ya da ölümü, işsizlikleri, taşınma, okul değişikliği gibi ortam farklılığı yaratan durumlar var olan risk eğilimini tehlikeli bir boyuta sürükleyebilir (Parman, 2021).

Ergenliğin travmatik bir deneyim olduğu, maddi koşulların yeterliliği ya da isteklerin karşılanması ile bu travmatik deneyimin çözüme kavuşmasının mümkün olmadığını aklımızda tutmalıyız. Yaşam insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır (Phillips, 2012). Ebeveynlerin sıkça dile getirdiği “Her ihtiyacını karşılıyoruz ama onu mutlu edemiyoruz” yakınması ebeveyn tarafından karşılanamayacak olan dürtüsel ihtiyaçların gözden kaçırıldığını açığa çıkarıyor olabilir. Bazen ebeveyne yönelen ve yetersizlik tetiklenmesi yaşatan ergen öfkesi aslında ebeveyne değil kontrol edilemeyen dürtülere, fiziksel değişime ve ruhsal dengesizliğedir. Tepkisel dönüşlerle savunmaya geçmek yerine öfkeyi işlemek ve anlaşılır kılmak ilişki için daha faydalı olabilir. Bununla birlikte ergenin bireyselleşme, ayrışma ihtiyacına kulak vermek anlamlıdır. Somay’ın da dediği gibi; ötekini arzulamak, ötekiyle rekabet etmek, ötekiyle sevişmek, ötekine “haset ve şükran” duyabilmek, ötekiyle tartışmak için, “öteki”nin daima “ben”le karıştığı, iç içe geçtiği aile ocağını terk edebilmek gerekiyor (Somay, 2007). Aileden ayrışamayan ergen hiçbir zaman yetişkin olamıyor.

Bir takım hayat evrelerinde geçmiş dönemlerin, travmaların, çözüme kavuşmamış meselelerin aktarım yoluyla yeniden gündeme geldiğini biliyoruz. Örneğin anne olma deneyiminde annenin kendi annesiyle kurduğu ilişki ve bağlanma tarzı, kendi çocukluğu ve travmatik yaşantıları tekrar gündeme gelebilir. Ergenin kimlik arayışında ona destek olabilmek ve bu sıkıntılı dönemi bir parça hafifletebilmek için ebeveynin temelde kendi kimlik krizlerini çözümleyebilmiş olması, çocuğun ergenliğe girmesiyle birlikte kendi ergenliğindeki konuların gün yüzüne çıkışıyla baş edebilmesi, kendi ergenliği ile çocuğununkini birbirinden ayrıştırabilmesi gerekiyor. Böyle olmadığında ergenle aile arasındaki çatışmalar kuvvetleniyor.

Ergenin pek çok davranışında haz aradığını, bu hazzı sağlamanın çeşitli yollarını araştırdığını söyleyebiliriz. Temel ve çok insani bir ihtiyaç olan haz arayışının ergende kuvvetli biçimde cereyan etmesi onun hazsızlığa tahammülünü ve çevrenin de ergene tahammülünü düşürür. Bu tahammülsüzlük döngüsü içerisinde ergen kendisinin de henüz tanımlayamadığı bir şeylerin derhal olmasını isterken mutlak olan onun için istemektir. Bilinmezlik içindeki bu isteyişin çarptığı duvarlar onun hayat yolunda kendisini bulmasını sağlayan sınırların bazısını oluşturur. Öte yandan arzunun terbiye edilebilen, eğitilebilen, yola getirilebilen bir yanı yoktur. Arzu ancak bastırılabilir. Toplum olarak ergenlere ve çocuklara en iyi öğrettiğimiz şey belki de arzularını bastırmalarıdır. Fakat unutmamak gerekir; fazlaca bastırılan arzu bastırılan her duygu gibi bulduğu yerden fışkırmaya meyillidir. Baskıcı, yasakçı toplumlarda duyguların kendilerine uygun ifade yolları bulamamaları sağlıksız biçimlerde ortaya çıkmalarına zemin hazırlar. Aile içi şiddetin, kadına şiddetin, akran zorbalığının böylesine yaygın olduğu toplumumuzda ne öfkenin, ne üzüntünün ne de arzunun uygun biçimde ifade edilemediği aşikâr görünüyor. Duygusal olarak henüz ergenlikten çıkamamış bir toplum yönü tayin edilemeyen öfkesi ve duygusal krizleriyle, ekonomik buhranları ve aşıladığı umutsuzlukla elbette ergenler için de sağlıklı bir ruhsal yapının oluşmasını ketliyor. Tepkisel ya da sinmiş bir var oluşta sabitlenen, ergenliği uzadıkça uzayan ‘yetişkinler’ ülkesinde ergenlikten bu kadar şikâyet edilmesi ise oldukça manidar görünüyor.


KAYNAKLAR
Parman, T. (2021). Ergenliğin Yüzleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Phillips, A. (2012). Kaçırdıklarımız- Yaşanmamış Hayata Övgü. Çev. Selin Siral. İstanbul: Metis Yayınları.
Somay, B. (2007). Bir Şeyler Eksik- Aşk Cinsellik ve Hayat Hakkında Bilmek İstemediğimiz Şeyler. İstanbul: Metis Yayınları.