Eril şiddete karşı kadının sesi
Rebecca Solnit

Ali BULUNMAZ

2004’teki ölümüne dek üzerinde çalıştığı Mizojini’yi yayımlatmaya uğraşan Kuzey İrlandalı gazeteci-yazar Jack Holland, temel bir soruya yanıt aramıştı: “Tarihin başlangıcından bu yana insanlığın bir yarısının diğer yarısı tarafından böylesine baskı altında tutulması ve insanlık onurunun elinden alınması nasıl açıklanabilir?”

Holland, erkek şiddetinin kadın nefretine ve cinsiyet ayrımcılığına evrilişini incelerken “günahkâr kadın”ın nesne hâline getirilişini ya da kadının tanrılaştırıldığı kadar şeytanlaştırılışının tarihini araştırırken ötekileştirme örneklerini ve gerekçelerini ortaya koymuştu. Başka bir deyişle erkeklerin kadınlara karşı giriştiği savaşın uzun geçmişini anlatmıştı.

Rebecca Solnit de Tüm Soruların Anası’nda Holland’la benzer bir yoldan gidiyor. Farklı zamanlarda kaleme aldığı makalelerde mizojiniye (kadın düşmanlığına) yoğunlaşan Solnit, eril tahakkümün dilde ve zihinde nasıl bir saplantıya dönüştüğünü ortaya koyuyor.

TÜM SORULARIN ANASI, Rebecca Solnit, Siren Yayınları, 2022TÜM SORULARIN ANASI, Rebecca Solnit, Siren Yayınları, 2022

‘HİKÂYENİZİ ANLATAMAMAK YAŞARKEN ÖLMEK GİBİDİR’

Solnit, kitaptaki makaleleri kaleme alışını tetikleyen bazı durumları şöyle sıralamış: “Kadınlara karşı bir savaş olduğunu en başından beri biliyordum. Erkek şiddetinden geçilmeyen bir evde büyümüştüm; evi terk edersem -çok genç bir yaşta yaptım bunu- güvende olacağımı sanıyordum ama pek bir şey değişmedi, o zaman da sokaktaki yabancılar tehdit etti beni (...) söz konusu savaş, kültürümüzle öyle iç içe geçmiş hâlde ki çok tepki uyandırmadığı gibi pek ilgi de çekmiyor; münferit olayların haberlere çıktığı olsa da genel yapı haber olamayacak kadar yaygın.”

Solnit, cinsiyet rollerini ya da kadınlara ve erkeklere aşılanan toplumsal kodları eleştirip sessiz kalınan kıyımları gündeme getiriyor. Dolayısıyla kadınlar arasında kurulabilecek bir dayanışma ağından ve verilmesi gereken özgürlük mücadelesinden söz ediyor. Kadınlara biçilen rolleri eleştirirken mutlu ve huzurlu hayatı başka bir şekilde anlatmayı deniyor; açmazları ve eksiklikleri belirleyip neler yapılabileceğini ortaya koymaya uğraşıyor.

Mutluluğu, mutsuzluğu, sorunları ve övgüyü anlatmayı ve anlamayı inkânsız kılan sessizliğin ve sessizleştirmenin, kadınların maruz kaldığı şiddeti daha da derinleştirdiğini söyleyen Solnit, “hikâyenizi anlatamamak yaşarken ölmek gibidir” deyip ekliyor: “Kadınlara şiddet, seslerimize ve hikâyelerimize yönelik şiddettir çoğu defa. Sesimizin, sesimizin anlamının yadsınmasıdır; yani kendi kaderini tayin etme, katılım, rıza gösterme ya da karşı koyma, yaşama ve katılma, yorumlama ve anlatma hakkının yadsınması. Erkek karısına onu susturmak için vurur; randevu veya tanıdık tecavüzünde, tecavüzcü mağdurun ağzından çıkan ‘hayır’ın taşıması gereken anlama, yani bir kadının bedeni üzerinde yalnızca o kadının söz sahibi olmasına izin vermez; tecavüz kültürü kadının tanıklığının değersiz ve güvenilmez olduğunu iddia eder; kürtaj karşıtı aktivistler kadınların kendi hayatını tayin hakkını susturmanın peşindedir; katilse ebediyen susturur kadını. Bunlar mağdurun hiçbir hakkı, hiçbir değeri olmadığı, erkeğin dengi olmadığı yollu iddialardır.”

Solnit’e göre özgürlük mücadelesi, susturulmuşları ve sesi kısılmışları konuşturmak için gerekli koşulları yaratacağı için önemli. Eril kalıpları kırmak ve erkek şiddetini sonlandırmak için bu mücadeleyi büyütmek şart. Söz konusu eylem, iktidar ve aidiyet uğruna susmaya ve şiddeti desteklemeye erken yaşta başlayan erkeklerin dönüştürülmesini de kapsıyor.

Erilliğin ve cinsel şiddetin olumlanması ya da sessiz kalarak bunun onaylanması, kısırdöngüyü ne kadar besliyorsa sessizliği bozarak hikâyeleri anlatmaya koyulmak da mevcut gidişatın tekerine çomak sokma anlamına geliyor. Solnit, sessizliğe karşı çıkmanın ve anlatmanın birbirini tamamlayan birer başkaldırı olduğunu düşünüyor.

Solnit’e göre konuşmak, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, bunların uygulanabilmesi ve cinsel şiddet karşısında mutlaka ses çıkarılması, diğer bir deyişle erkek şiddetinin, kamusal bir mesele diye algılanması ve aynı zamanda utancın, kadınların konuşmasının önündeki engellerin kaldırılması anlamına geliyor. Solnit, bir değişime gönderme yapıyor bu noktada: “Feminizmin erkeklere ihtiyacı var. Kadınlardan nefret eden, onları küçük gören erkekler şayet değişecekse kadınlara korkunç şeyler yapmanın ya da onlar hakkında korkunç şeyler söylemenin erkeklerin diğer erkekler nezdindeki itibarını yükseltmediği, aksine düşürdüğü bir kültür eliyle değişecek.”

Solnit’in feminizm anlayışı erkekleri düşmanlaştırma değil, kadınları özne ve birey olarak kabul eden erkeklerle yan yana durma ve onları mücadeleye katma üzerine kurulu. Mevcut işleyişin ancak bu birliktelikle değişebileceğini anlatan yazar, sessizlik ve kabullenme çarkının da aynı yolla kırılabileceğini vurguluyor.

Solnit; hemen her ortamda rastlayabileceğimiz kadın düşmanlığının eleştirisine girişirken toplumsal kategorizasyonları ve rolleri de derinlemesine inceliyor Tüm Soruların Anası’nda. Erilliği, oradan türetilen şiddeti ve bununla beraber yürüyen sessizliği (veya sessizleştirmeyi) de tarihsel ve güncel örnekler eşliğinde anlatıp suskunluğun bozulması için yapılması gerekenleri sıralıyor. Başka bir deyişle sessizliğin üstesinden gelme, derdini aktarma ve dinleme bağlantısının önemine vurgu yapıyor.