Biz burjuva klikleri desteklemiyoruz, aksine bir kliğin egemenliğine “hayır” diyoruz. Elbette ki sonuç ne olursa olsun sosyalistler mücadeleyi sürdürecekler ancak tarihin bu yerinde diktatörlük oylanırken durup kafamızı kaşımamızı da bekleyemez kimse bizden

Erkan Yolaç retoriği: “Mehter Marşıyla gelip İzmir Marşı’yla gideceksiniz!”

7 Haziran 2015’ten bu yana müstakbel sonunu ertelemek için tüm etik-politik ilkeleri hiçe sayarak “Zübük tarzı bir nafile namazına” başlayan Erdoğan’ın halkı malum başkanlık sistemine razı etmek için yarattığı siyasi kargaşa halen devam ediyor. Birbiri ardına patlayan bombaların arasında hayatta kalabilen insanlar olarak “400 vekili verin, bitsin bu iş” deyip kendi halkını tehdit eden “adamın tekinin” hepimizi sürüklediği o uçurumun eşiğine iyice yaklaşmış bulunuyoruz. O adamdır ki; sırf kendi siyasi ikbali uğruna memleketin kaderini kendi kaderine iliştirmeye girişmiştir. Sırf erki elde tutmak adına rejim değişikliğini istemiş, bu süreçte “milleti” bezdirip en ufak istikrara razı etmek için de o paranoyak şovenizmi iyice benimsemiştir; “sağcı görgüsüzlüğün” en kaba saba referanslarıyla işine gelmeyen “herkesi” potansiyel düşman olarak göstermiş ve siyasi kargaşayı körüklemiştir. Herkes biliyor… Herkes farkında… Ve böylesi bir kriz ortamı hararetlendirilirken referandum tarihi de yaklaşıyor…

İlkin kabul edilmeli ki, Erdoğan tarafından halka savrulmakta olan tüm o tehditlerden bir diğeri de bu referandumun ta kendisidir: “Sonucu ‘evet’ çıkmazsa vay halinize” diye başlayıp “hayır” diyecek olanları “terörist” ilan ederek devam eden bir seçim sürecinin başka hiçbir açıklaması yoktur. Ortada bir referandum yoktur, demokratik bir konjonktür yoktur, propaganda özgürlüğü yoktur, oylamaya sunulan anayasa konusunda hakiki bir bilgilendirme yoktur, bunun yerine Erdoğan’ın kendisine koşulsuz sadakat gösterilmesi talebi vardır. İşin aslı hala aynı terane işte; “verin ulan bana sınırsız yetkiyi”, sanki bugüne kadar yetkilerinin sınırlarını tanımış gibi…

Nitekim en fazla göz çarpan şeylerden birisi Erdoğan’ın bu aceleciliği. Yani sanki son dakikada bir şey olmasından korkuyor gibi, sanki Türk sinemasında tekrar edip duran o sahne gibi; gelin tam “evet” diyecekken birisi çıkacak, “hayır, siz kardeşsiniz, evlenemezsiniz” diyecek gibi… Değilse koskoca rejim değişikliği bu yahu, arada derede karar verilecek bir şey değil, hele de OHAL devam ederken… Velhasıl pis bir koku geliyor saraydan, yakında çıkar ortaya…
erkan-yolac-retorigi-mehter-marsiyla-gelip-izmir-marsi-yla-gideceksiniz-249751-1.erkan-yolac-retorigi-mehter-marsiyla-gelip-izmir-marsi-yla-gideceksiniz-249752-1.
Her şeye rağmen referandumların aslında hep enteresan olduğu söylenebilir; ne bileyim Kenan Evren geliyor aklıma, %91’le geçen 1982 Anayasası geliyor, sonra o anayasanın lanetlendiği 2010 referandumu geliyor, şimdi AKP’nin kendi hazırladığı anayasayı da yetersiz bulduğu bugüne de bakınca; diyorum ki sürecin negatif diyalektiğini gözler önüne seriyor sanki referandumlar. Her “evet” başka bir bela açmış başımıza. Seçmenler için de karışık süreçler bunlar; kolay değildir hani, evlatlarınızın kaderi -“boykot” fikrinin bile çoğunlukla bu şıklardan birine tekabül ettiği üzere- “evet-hayır” ikilemindeki tercihlere indirgenmiş olabilir. Yani ne için sorulduğu net olmasa da, sorulan soru nettir; “evet mi yoksa hayır mı? Çabuk söyle, evet mi hayır mı?”

Bu yüzden referandumlarda sık anımsatılır; televizyonun tek kanal olduğu yılların duayenlerinden Erkan Yolaç; onun TRT ekranlarında sunduğu meşhur Evet-Hayır yarışması: Mehter Marşı ile sahneye aldığı yarışmacıları kafa karıştırıcı sorularıyla “evet” ya da “hayır” demeye zorlar, sonra İzmir Marşı eşliğinde geri yollardı hani. Hatta önceki referandumda AKP’li bir grubun Erkan Yolaç’a “evet” kampanyasında rol alması için teklif götürdüğü, fakat o vakit “hayırcı” olan sunucunun bu teklifi reddettiği1 söyleniyor. Gelgelelim bu referandumda durum biraz daha farklı; anketler -“hayır” baskın olsa da- oranların birbirine yakın olduğunu gösteriyor, propagandalar ve manipülasyonlar şu an çok fazla önem arz ediyor, halka “evet” yahut “hayır” dedirtmek böylesi çabalara bağlı. Demem o ki şu sıra (Saray yeni bir bela daha musallat etmezse başımıza) bu eşitsiz propaganda mücadelesi gerçekten belirleyici olabilir ve bu yüzden bu süreçte sorumluluk almak elzem.

İroni Olarak “Evet”
“Evetçilere” söylenmesi gereken ilk şey şu: “Sizin işiniz de zor be kardeşim”. Neden mi? Çünkü herhangi bir argüman koyamıyorlar ortaya. “Hayır diyenler teröristtir, vatan hainidir” demekten gayrı bir şey açıkladıkları yok. Somut bir şekilde rejim değişikliğinin neden gerekmekte olduğunu kanıtlarıyla birlikte ortaya koyamıyorlar. İşin garibi bunu isteseler de yapamazlar. Ortaya kabul görecek argümanlar koyamazlar. Çünkü tek adam tapıncı bunu engelliyor. Çünkü ortaya koydukları o argüman her ne olursa olsun, yarın iki gün sonra Erdoğan tarafından keyfi olarak reddedilebilir. İki gün sonra o argümanı savunanlar bizzat Erdoğan tarafından Mavi Marmara yolcuları gibi azarlanabilirler, ya da daha kötüsü “terörist” bile ilan edilebilirler. Bu yüzden bir şey söyleyemiyorlar. Korkuyorlar. Argümanın kendisi Erdoğan haline gelmiş durumda bu yüzden. “Milli irade” diyerekten milletten iradesini sualsiz Erdoğan’a devretmesini talep ediyorlar. Neden olduğunu bilmeden “evet” demesini istiyorlar insanlardan. Ve ortaya çıkan manzarada; “Neden evet” diye soruyor TRT spikeri, işte yanıtları: “Evet diyoruz biz başka bir şey bilmiyoruz”; “Reisimiz evet deyin diyorsa vardır bir bildiği”; “Dünya lideri öyle istediği için evet”; “Malum kişiler hayır dediği için evet” vesaire…2 Tek adam tapıncıyla/korkusuyla verilen tek yanıt ortada; “tek bildiğim şey evet dediğimdir”.

Mayotik Bir Çıkarsama Olarak “Hayır”
Buna karşın “hayır” diyen her grup kendi durduğu yere göre değişkenlik arz eden bir milyon tane neden açıklıyor: Yıllardır IMF’ye ödendiği söylenip ödenmeyen borçların teşhir edilmesinden tutun da Varlık Fonu'na, enerji bakanı olan burjuva damatlardan OHAL dönemindeki hak ihlallerine kadar pek çok şey çıkıyor ortaya. Ama en önemlisi, zaten yetkilerinin sınırlarını hiçbir zaman tanımamış olan Erdoğan’ın on dört yıldır iktidarda olması ve daha fazla neyin yetkisini istediği bilinmemesi… Ancak hayır diyenler de çok çeşitli. Bu nedenle “hayırların yarıştığı” hatta yer yer “çatıştığı” dahi görülüyor.

Fakat çok daha önemlisi, “hayır” tavrının Erdoğan tapıncında olmayan her politik düzlemden türetilebilmesi. Bu nedenle, kendisini saray manifestosuna kaptırmamış olan AKP’li seçmenlerle bile yeterince konuşulduğunda hayır temayülü görülebiliyor kolaylıkla. “Başkan da olmayıversin artık” diyenler çıkıyor mesela. Nitekim sarayın en büyük korkusu da bu olsa gerek ki; sağ ve muhafazakâr tabanı bile korkutarak sindirmeye çalışıyorlar şu günlerde, kimse “hayır” ihtimali üzerine konuşamasın istiyorlar. İşte “hayır” kampanyalarını yürütenlerin sırf bu yüzden polis zoruyla bastırıldığını, hatta tutuklandığını görüyoruz. Toplantıların basıldığını, Melih Gökçek tarzı bir “küçük adam görgüsüzlüğüyle” otellerin elektriklerinin kesildiğini görüyoruz. Çünkü iktidar biliyor ki; insanlar bir araya gelip birbirleriyle konuşmaya başladıkları anda, sorunlarını ortaklaştırmaya başladıkları anda referandumda hayır demeleri gerektiğini fark ediyorlar. Bu hadisenin (kimilerinin sandığı gibi) cehaletle, bilgisizlikle, lümpenlikle filan da alakası yok; dolayısıyla birbirinden bağışık süren hayır kampanyalarını yürütenlerin ideolojik bir ortaklaşmaya filan ihtiyaçları yok; tek bir şey yapmaları yeterli: Sokrates’in okuma yazma bilmeyen bir köleye çok zor bir geometri problemini çözdürmesi gibi, yeterince diyalog kurup doğru soruları sorarak gerçekte herkesin kafasında olan “hayır” tavrını “doğurtmak”.

Boykot Parodisi
Elbette ki boykot diyenler de çıktı ortaya. Bunların çoğunu seçimlere genellikle katılmayan pesimist-apolitik kitleler oluşturuyor. Yanı sıra oy vermeyi çöm öğrenci tabiriyle “sistem-içi” bulan, her türlü pratiğe sırtını dönüp sol-sinizme kapılmış bir nüfus da mevcut. Bunlar ikna edilebilirler. Edilmeleri de gerekir. Anarşistlere, kara elbiseli çocuklara ise katılım çağrısı yapmak anlamsız; onlar zaten çoğunlukla kayıt-dışı yaşayan, seçimlerde siyasal katılımda ilkesel olarak bulunmayan, rejimin totaliterleşmesine ise temsil düzleminde olmasa da sokakta her daim karşı duran kesimi oluşturuyor. Fakat “örgütlü” olarak boykot kararı alanlar da var. Böylesi kritik bir dönemeçte bu kararı alan sol-sosyalist örgüt ve partilerin konjonktürü tekrar değerlendirmesi, boykot kararını gözden geçirmesi, klasik teorisist gerekçelerden fazlasını ortaya koyması gerekiyor.

Sosyalist Sol Neylesin?
Nihai olarak sosyalist-solun “hayır” şerhini küllen bir hakikat olarak savunmayacağı aslında ziyadesiyle ortada. Esasen “hayır demenin hayırlara vesile olacağı” yönündeki oturmuş kalıp sosyalistler olarak büyük ölçüde ortaklaşan tavrımızı gerçekten çok iyi ifade ediyor.

Gelgelelim ufak bir sorunumuz var: Türkiye siyasi tarihinin ana hatlarına, Kemalistler ile İslamcılar arasındaki erk dalaşına fazlasıyla kapılabiliyoruz bazen, Pareto’nun tabiriyle seçkinlerin dolaşımına, bu “sahte antagonizmanın” yansımalarına çok fazla kafayı takıyoruz. Bugün “hayır” demek CHP’ye yaklaşmak gibi görünüyor diye tedirgin oluyoruz mesela. “Mehter Marşı’yla gelenleri İzmir Marşı ile yolcu etmekten” tedirgin oluyoruz. İzmir Marşı’nın “militarizmine” takıyoruz mesela, elitistlere takıyoruz, belirli türden kesimlerle “hayır” deseler de yan yana düşmek istemiyoruz. Haklıyız da galiba. Bu yüzden şunun altını iyi çizmek gerekiyor:
“Hayır” bizim için bir mevzi değil, CHP’lisiyle, MHP’lisiyle, Perinçek’iyle filan kol kola girip duracağımız bir siper değil, “hayır” bir manevra sadece, daha sonraki manevra alanımızı genişleteceğimiz bir sonuç. Bizim hamlelerimizi yapıp kendi yolumuza devam edeceğimiz bir yer burası. Biz bugün diktatörlüğe karşı çıkmak için “hayır” diyoruz. Bunun tarihsel olarak İzmir Marşı’na tekabül ediyor gibi görünmesi bizim suçumuz değil, vaktiyle “askeri vesayeti yıkıyorum” filan diye mehteran eşliğinde palazlanan bu çeteyi destekleyenlerin payı var bunda, bizim değil. İsterlerse Mezdeke oynayarak gitsinler, bizim sorunumuz değil. Biz burjuva klikleri desteklemiyoruz, aksine bir kliğin egemenliğine “hayır” diyoruz. Elbette ki sonuç ne olursa olsun sosyalistler mücadeleyi sürdürecekler ancak tarihin bu yerinde diktatörlük oylanırken durup kafamızı kaşımamızı da bekleyemez kimse bizden. Bu yüzden kahvehaneleri dolaşmaya, sokaklara çıkıp koşturmaya, kapı kapı dolaşıp insanlara neden “hayır” oyu vermeleri gerektiğini anlatmaya devam edeceğiz. Sözü yasakladılar diye susacak değiliz. Yani Erkan Yolaç’ın tabiriyle “kafayı emme basma tulumba gibi öne arkaya sallamanın” alemi yok; dimdik durup haykıracağız: HAYIR!

Dipnotlar:
1 İlgi: http://www.hurriyet.com.tr/evet-hayir-ci-erkan-yolac-i-evet-kampanyasina-istediler-15413085

2 İlgi: http://haber.sol.org.tr/toplum/video-trt-sokagin-nabzini-tuttu-neden-evet-sorusuna-cevap-veremediler-184150