İnsan, iki cinsiyetin makbul olmayanına aitse çok şeyi şaşırır. Önceleri... Bazen de şaşırmayacağına bile şaşırıyor. Şöyle bir masal kuralım mesela... Bir çocuk varmış, bir de eli sopalı. Bu kişi çocuğu sopalarmış hep. Sonra bir gün çocuk sokağa çıkmış, eli sopalı kişi ona, “Sen git de ağbin gelsin,” demiş. Peki onu dövmemiş mi diyeceksin, yoo, dövmüş de.

Cumartesi günü Kadıköy’de olanlar, özellikle de bir polisin bir kadından erkeğini göndermesini isteyişi beni niye şaşırttı? Şundan: kadın kadar el altında bir dövme objesi varken, niye yerine kadın olmayanlar istendi diye. Yoksa vururken ellerini mi sakınıyorlardı? Yok canım!

Aslında buna da niye şaşırmışım ki sanki? Kadınların erkeğe bırakması istenen öyle çok şey vardır ki, benim çocukluğumda mesela, meslek seçim alanını bayağı daraltırdı. Yazar olmayı çok isterdim, hep istemişimdir çocukluktan beri. Kısa süreli bir piyanist olma çılgınlığı hariç (ki ona izin vardı), evvel eski yazar olmak istemişimdir. Oldum şükür, azmin elinden bir şey kurtulmuyor.

Yazarlık gene de kadınların nispeten rahatlıkla icra ettiği bir meslektir. Evde yasaklanmamışsa, yazarsın. Başka işlerine engel olmadıkça, yazarsın. Yayınlama işini bilemem. Kadın yazarların en parlak döneminde bile ne yazıp ne yazamayacakları konusunda kısıtlama vardı zaten. Bu kısıtlamalara uymazsan, kitabınla ilgilenmezlerdi, hadi diyelim bir babayiğit yayıncı çıktı, bu sefer de okurlar ilgilenmezdi. Gene de öyledir ve üzülerek söyleyelim ki, o ilgilenmeyen potansiyel okurların çoğu da kadındır.

Yazma yasağı başka mesele. Yazmak istiyorsan, gizli gizli de olsa yazabilirsin. Buna karşılık gizli resim yapmak zor, yağlıboyayı hiç düşünme. Zaten resim yapmaktansa model olmaları tercih edilirmiş eskilerde. Doğrusu konu seçerken hadlerini bilmeleri de yararlı olur. Öte yandan diyelim yönetmenlik yapmak istediler, o daha da zor. Sanatın kendisine ilişkin bir zorluk da değil. Sinemanın doğuş yıllarında tanınan yönetmenler var çünkü, Dorothy Arzner gibi. Sonradan ortaya çıkmış. Ya yapımcı şirket bulamamışsın, ya konuna hâkim olamamışsın.

Müziğin ise bir özelliği vardır. Kadınlara piyano eskiden beri yakıştırılırmış nedense. Belki de keman, çalınması daha zor bir enstrüman sayıldığı için. Bugün kadınların yaylı çalgılara heves etmesi hoşgörüyle karşılanabilir ama örneğin cazda, ya vokalist olmaları gerekir ya piyanist. Gerçi günümüzde bu sınıflamayı elinin tersiyle savurup davul ve kontrbas gibi enstrümanları ustalık derecesinde çalan cazcılar da var, şükür. Terry Lynne Carrington ve Esperenza Spalding gibi.

Ona bakarsanız, bunların sorun sayılması bile bir lüks. Belki de onun için şu sıralar kadının sırtından sopayı eksik etmeme yöntemine daha da bir kuvvet verilmiş durumdadır. Chris Rock, son Oscar ödül töreninde 1960’larda niye Akademi ödüllerini mesele etmediklerini, o sıralar linç edilmemeye çalışmalarıyla açıklamıştı. Haliyle, kim en iyi görüntü yönetmeni oldu diye dertlenmiyorlarmış.

Ne var ki bu da bir kısırdöngü oluşturur. Çünkü istediği işi yapmak, istediği sanat dalını seçmek kadınların en doğal hakkı olmalı. Değilse eğer, olması için mücadele etmemiz gerekir. Yoksa derdimizi nasıl anlatırız, anlatmak istediklerimizi nasıl ifade ederiz? Kadınlar eşitlik mücadelesinde ta başından beri bunu yapmaya çalıştı zaten. Her şeyden önce eşit hak sahibi olmaya çalıştılar. Yoksa yetenek açısından bir eksiklik söz konusu değil elbet. Kendi istediğin gibi bir şey yapmayı kafana taktıysan (ister kitap, ister film ya da resim olsun), işin her zaman zor. Ama oraya kadar gelmeye bile gerek yok. Şu modern çağımızda bir sinema yazarları derneği üyeliğine layık görülmek için bile on yılınız geçebiliyor.