Bütün soğuk rakamlar,istatistikler Türkiye’de kadına yönelik şiddetin son on yılda olağanüstü arttığını gösteriyor...

Bütün soğuk rakamlar,istatistikler Türkiye’de kadına yönelik şiddetin son on yılda olağanüstü arttığını gösteriyor. Bu şiddet patlamasının aslında zaten var olan bir durumun daha görünür hale gelmesinden ibaret olduğu düşünülmemeli. Kadınlar Türkiye’nin (ve aslında dünyanın da) üzerine çöken neo liberaller ekonomilerin dinci iktidarları altında daha da çok şiddete maruz kalıyorlar.

Bu durumu basit bir dinciler kadın döver, dinde yeri var çünkü, indirgemeciliği ile değerlendirmek yanlış olur. Ama kamusal hayatın baskın olarak dinsel düşünce ve tutumlarca bütünleşmesinin şiddeti nasıl kurumsallaştırıp, olağanlaştırdığını da görmek gerekli.

Kadınlar dünyanın her yanında şiddete maruz kalıyor. Gelişmiş gelişmemiş, doğulu batılı, eğitimli eğitimsiz olmak kadınları erkek saldırganlığından uzak tutamıyor. Ancak kadına yönelik şiddeti sanki sadece kadınlara yönelik özgül bir problem olarak görmek bir yanılsama.

 Farklı gruplarda ortaya çıkan şiddetin kadınların uğradığından  ayırt edici temel bir özelliği yok. Şiddete maruz kalan ‘erkek’ dışı cinsel yönelimler, engelliler, yaşlılar, çocuklar, göçmenler, politik ya da etnik azınlıkların gördükleri şiddet ile kadınların maruz kaldığı şiddet aynı kaynaktan besleniyor. Bu kaynak güçlü erkeğin tahakkümünün yeniden yeniden üretilmesi.

Şiddet, güç hiyerarşisinin kendisini sürdürmesinin temel aracı. Özgürlük mücadelesi veren tüm ezilenlerin bastırılma yolu. Peki ama kadınlar bu özgürlük kavgasında neden ezilmek bastırılmak isteniyor?

Çünkü kadınlar son yüzyılda ‘olması gerekenden’ çok daha fazla haklara sahip olmuşlardı! Hele Türkiye’de. Sevgili zalim Cumhuriyet, başta laiklik, seçme seçilme haklarıyla kağıt üzerinde bile olsa kadınlara kamusal hayatta erkeklerle neredeyse eşit oldukları yanılsamasına yol açacak denli özgürleşme imkanı vermişti. İstediği kadar tepeden inme olsun, istediği kadar kırsal hayata çok yayılmadan sadece kentlerde ve eğitimli kesimlerde karşılığını bulmakla kalmış olursa olsun, kadınlar erkeklerle eşitlenme yoluna girmişlerdi.

Dikkat edin şiddete maruz kalan kadınların çoğu zaman kırılan kemikleri ya da canlarıyla ödedikleri, aslında temel insan haklarını talep etmekten öte değil. Evliliği sürdürmek istememek gibi, kazandığı paranın harcanmasında söz sahibi olmayı istemek gibi, işe girmek ya da evden ayrılmak, hatta evleneceği kişiyi kendisi seçebilmek gibi bir erkek için ‘hak’ kategorisinde bile değerlendirilmeyen, doğal bulunan isteklerde bulunan kadınlar, öldürülüyorlar.

Neoliberal ekonomik yapı yol açtığı işsizliği kadını çalışma hayatından uzaklaştırarak örtmek ister. Bu ancak geleneksel erkek egemen ailenin güçlendirilmesiyle mümkün olabilecektir. Türkiye’de son on yılda kadının çalışma hayatından uzaklaştırlmasını kanıtlayan rakamlara bir bakın.

Devletin iktidarının sürmesi ancak aynı otoriter iktidarın çekirdek aile içinde bir mikrom iktidar olarak kendisini yeniden üretmesiyle olasıdır.

Böylece eve kapatılan, eve geri döndürülen kadınlar işsizlik sorununun görülmemesini, otoriter sıradüzenin kurumlaşmasını ve doğallaşmasını sağlar.

Erkek sopası olduğu iktidarın bekçiliğini kadını ezerek ve kendi yönetimi altına alarak yapar. Böylesi bir dönüşümde dinci gelenek hem iktidara hem de yardakçısı erkeğe sömürünün sürmesi için en güçlü silahları verir.

Erkekler, Cumhuriyet ve laiklikten intikamlarını alabilmek için önlerine sunulan fırsatı tepmezler. Bir farkla, ‘eski güzel geleneğe’ gerileyerek iliklerinde hissettikleri sömürüden kurtulabileceklerini sanırlarken aslında kendilerinin de erkek olmaktan çıkıp, iktidarsızlaştıklarını fark edemezler bile.