Erkek oluyordum

SİNEM SAL / @sinemsal

Babamla ilgili hatırladığım tek şey vardı, uzun yollardan geri döndüğünde bahçemizden içeriye girdiği o an. Babam, o andan ibaretti benim için. Evin içindeki hava, yerin sıcaklığı ve bahçedeki ağaçların dokusu bile değişirdi. Kardeşim uyuyor olurdu hep. Annem "Baban geldi…” diye bağırırdı evin ortasında, uyanırdı. Benden önce davranırdı her defasında ve üstünde uyuduğu kanepeden hızla kalkar, bahçe kapısını çğlıklarla aıp babamın omuzlarına atlardı. Ben arkadan gelirdim. Sakin adımlarla, hızlı kalp atışlarıyla birkaç adım arkadan, annemle birlikte.

Babamın bahçe kapsından içeri girdiği akşamlardan biriydi. Bize getirdiği hediyeleri açıyorduk. Ben 10 yaşımdaydım, kardeşim Yusuf 7. Yeşil, buruş buruş bir hediye paketini bana uzattı babam. "Aç bakalım,” dedi "en sevdiğin oyuncağın bu olacak bundan böyle.” Yazın ortasıydı. Ellerim kurumuştu. Paketi açtıkça küçülüyordu ellerim sanki.

Odanın ortasında kucağıma düşen tüfeğe öylece baktım. Babam, oyuncak tüfeğin üstündeki kahve rengi kemeri sırtıma geçirdi. "Heh, şöyle erkek ol bakem…”dedikten sonra sırtımın ortasına indirdi elini. Erkek olmanın ne zıkkım olduğunu anladım. Öğle yemeğini yedikten sonra, bahçede oynamaya çıkmıştık. Yusuf, ağacın altında bulduğu bir gölgelikte eline geçen taşlarla arabacılık oynuyordu. Ben de annemin bir iki saat sonra kek ve çay bırakacağı masanın altında Yusuf’u seyrediyordum ki babam geldi. Elinde de oyuncak tüfek. Beni yanına çağırdı. "Kuş vurmaca oynadın mı sen hiç?” dedi. Oynamamıştım. Bir insan, neden kuşları kendi evinde vursun ki? Benim yatağıma girse bile vurmazdım. "Yok,” dedim "hiç oynamadım.” Bahçeden çıktık. Toprak yolda yürümeye başladık. Tepemizde kuşlar dönüp duruyordu. Ben de erkeklik sınavlarımdan sadece birini veriyordum. Babam bir gözünü kısıp diğer gözünü plastik tüfeğe dayıyor ve kuşlara bakıp "Bam!” diyordu.

Ömrümde gördüğüm en anlamsız, pek acımasız oyundu. Onu taklit etmeye, taklit ettikçe kendim olmaktan çıkmaya başladım. Okullar açılıncaya kadar kayalıkların ve ağaların üstüne tırmanıp gökte uçan kuşlara hayali mermiler sıkmakta uzman olmuştum bile. Kendimi daha erkek, babamı daha mutlu hissediyordum. Babam mutlu olunca, annem de mutlu oluyor, geleceğime güvenle bakıyorlardı. Omuzlarım genişliyordu sanki. Yazın sonunda babam gitti. Giderken de bu ev sana emanet dedi. Evin erkeği sensin. Yusuf küçüktü. Erkek değildi. Ben sünnet de olmuştum. Tam erkektim. Kuş bile vuruyordum. Aşırı erkektim. Babam bilek güreşi yapmayı öğretmişti bana. En erkektim. Ama tüm bunlar sınıf arkadaşım Arda’ya aşık olmama engel değildi. Arda’nın meyve suyu konabilen suluğu vardı ve önlüğü her zaman tertemizdi. En ön sırada otururdu ve öğretmen ne sorsa hemen parmak kaldırırdı. O kadar çok parmak kaldırırdı ki çoğu zaman tahtada yazılan hiçbir şeyi defterime geçiremezdim. Sesi çok güzeldi. Koroda şarkı söyler, önemli günlerde şiirleri ilk o ezberlerdi. Hiçbiri yetmiyormuş gibi ders aralarında herkesi başına toplar fıkralar anlatırdı. Neredeyse bir dönem boyunca Arda’nın gölgesi gibiydim. Yaptığı her şeyi hayranlıkla seyrediyordum. O asla kuş vurmadı. Yine de çok seviliyordu. Çok sevilmek için kuş vurmak zorunda olmadığımızı anlatıyordu Arda bana. Ben de çok sevilmek için kuş vurmak zorunda olmadığımızı anlıyordum Arda’dan.

Arda ayağa kalktığı zaman içimde bir tren ayaklanıyordu sanki. Ben trenin en arkasındaydım ve koca bir kazanı yaktıkça hızlanıyordu tren. Arda, soruları doğru cevaplıyordu. Şarkı söylüyordu. O şarkı söyledikçe ben plastik bir tüfeği dizlerimde kırıp kazanın içine atıyordum. Tren hızlanıyordu. Erkek oluyordum.