22 yaşındaki Mahsa Amini’nin başını kurallara göre örtmediği gerekçesiyle ‘ahlak polisi’ tarafından katledilmesi, dünyaya ilerlemeci bir tarih perspektifinden bakanlar için sadece 2022’nin değil, genel olarak 21. yüzyılın en önemli olaylarından biri olarak kayıtlara geçti. Belki hem 1950-’60lı yıllardan bu yana üretilen bilim-kurgu yapıtlarının sunduğu bir ‘ütopik 2000ler’ anlayışından, hem de ‘eşitsiz gelişme’yi sık sık unutmaya eğilimli olduğumuzdan, “Nasıl olur da 2022’nin dünyasında böyle bir şey yaşanabilir?!” sorusundan kurtulamıyoruz bir türlü. Bu yüzden, Holy Spider/Kutsal Örümcek gibi filmlerin tarihi bir olayı değil de bugünü anlatıyor olmasını kabullenmek çok zor geliyor.

Ali Abbasi’nin 2022 tarihli filmi Kutsal Örümcek, 2000-2002 arası dönemde İran’ın en kutsal şehri olan Meşhed’de yaşanan kadın cinayetlerini anlatıyor. Yani ‘kutsallık’, ‘kadın bedeni’, ‘erkek-egemen toplum’ kavramlarını aynı cümlede kullanınca ilk akla gelen şeyi…

Filmde, üç çocuk babası dindar bir adam olan Said’in hikâyesini izleriz: Ailesini birkaç haftada bir kayınvalidesinin yanına gönderen Said, o günün gecesi sokakta müşteri bekleyen uyuşturucu bağımlısı hayat kadınlarından birini seçip öldürmek için evine götürür. Kadınları kendi eşarplarıyla boğduktan sonra, cesetleri şehrin mümkün olduğunca dışına bırakır, çünkü İmam Rıza’nın türbesinin bulunduğu bu mukaddes toprakları ‘fesatlıktan’ temizlemesi gerektiğine inanmaktadır.

Said, “Keşke savaş hiç bitmeseydi!” diyen bir İran-Irak Savaşı gazisidir. Sekiz yıllık o acımasız savaş sırasında cephede neler yaptığını bilmeyiz ama öykünün dramatik akışı, Said’in bir PTSD hastası (travma sonrası stres bozukluğu) olduğunu fark etmemizi sağlar. Bu haliyle, Martin Scorsese’nin başyapıtı Taxi Driver/Taksi Şoförü’nde (1976) ‘gece hayvanları’nı öldürerek şehri temizlemek gerektiğine inanan Vietnam gazisi Travis’i andırır.

Meşhed gecelerinde kadınları öldüren Said, kendisine ‘katil’ denmesini istemez. Onun yaptığı, ‘kötülüğe karşı cihad’dır. Sokakları İmam Rıza’nın hatrına temizlediğini söyleyen katil, kurbanlarından birinin yerini gazeteye bildirdiği bir sahnede, dünyanın dört bir yanında her din ve ırktan muhafazakârların en sevdiği klişeyi kullanarak yaptığını meşrulaştırmaya çalışır: “Biz bu kadar şehidi boşuna vermedik!”

Gazeteci bir kadının çabaları sonucu nihayet yakalanan Said, geniş bir kitlesel destekle karşılaşır; Meşhed’in dindar halkı, ‘fetvalara uygun’ bir davranış olduğu gerekçesiyle Said’in yaptıklarını cinayet olarak tanımlamamaktadır.

Ama en kötüsü, katil Said’in gencecik eşi Fatma’nın oğlu Ali’ye söyledikleridir: “Senin baban sokaklardaki bu ahlaksız kadınlardan bazılarını cehenneme gönderdi. Baban yanlış bir şey yapmadı. Ali, bu kadınlar yoldan çıkmış, ahlaksız ve değersizdiler.”

Muhafazakâr İran halkının acımasız bir katili nasıl muhafaza ettiğini, hatta bunları aslında bir tür ‘namus cinayeti’ olarak algıladığını gördüğümüz film boyunca, kutsallık - kadın bedeni - erkek-egemen toplum sıkışmasının farklı boyutlarıyla karşılaşırız: Kadınların tek başına bir otelde kalması kabul edilemez bir şeydir mesela… Böyle bir kadın, erkekler tarafından taciz edilmeye de razı olmalıdır.

Said’in öldürdüğü kadınlardan bazılarıyla (on altı kurbandan en az on ikisiyle) cinsel ilişkiye girdiği bilgisi ortaya çıkınca halkın desteği azalır -hatta filmin iki sahnesinde Said’in nekrofil olabileceğine dair göndermelerle karşılaşırız- idamına da kimse ses çıkarmaz. Böylece Kutsal Örümcek, beyazperdeyi ‘Kadın cinayetleri politiktir’ sözünün kamerayla yazıldığı bir pankarta dönüştürür.

16 kadını öldürmüş bu adamın hikâyesinin gerçekten yaşanmış olması zaten kötü, ama filmin yansıttığı “Bunlar bugün hâlâ yaşanıyor.” hissinin sadece bir duygusal ifade değil de bizzat gerçeğin kendisi olması, durumu daha da korkunç hale getiriyor. Ve içinde debelendiğimiz şeye bakarak anlıyoruz ki, o ağ sadece Meşhed’de bir evde örülmemiş…