Erkek şiddeti ‘Sevda Şiirleri’nin hangi yanına düşer?

Senem Timuroğlu

Tarihin bu anında, kadınlar olarak, çok zor bir zamandan geçiyoruz. Bildiğiniz gibi, erkek şiddetinin boyutu her geçen gün artıyor ve yine bildiğiniz gibi, kadınları, LGBTİ+ bireyleri ve çocukları erkek şiddetinden koruyacak uluslararası sözleşmeden hükümet, bir grup muhafazakâr erkeğin baskısıyla çıkma kararı alıyor. Herkesin sorduğu, şu meşhur soruyu ben de sorayım, peki bugünlere nasıl geldik. Yani erkek şiddeti nasıl canlarımıza kastetmeye devam eder halde, mezarlar kadınlarla dolup taşıyor; toprağa bassak, maalesef neredeyse kadınların kanı fışkıracak. Büyük bir trajedi. Bu sorunun yanıtını, kolaycı yaklaşım ve düşünce tembelliğiyle hemen muhafazakâr hükümete ve onu başımıza getiren, liberal aydınlara bağlayanlar var. Çuvaldızı kendilerine batırmadan. Mesela kadınlara şiddet uygulayan, akademisyen, aydın, şair, yazar, yapıtlarına rağmen dışlanıyor mu?

Can Yayınları’nın yeniden kitaplarını basacağı, Cemal Süreya mesela. Sevda şairi. Yolu sevdaya düşenlerin dizelerini ezbere bildiği, güçlü bir rol model. Aşkı, aşkın tarifini temsil eden bir imge. Sonra, bugünlerde “aşk” cinayetleri işleyen erkekler, romantik ilişkilerde psikolojik ve fiziksel erkek şiddeti içinde boğulan kadınlar geçti gözümün önünden. Asıl soru şu olmalı: Bu tabloya, kendisinin de dediği gibi, hayatı şiirine dâhil, Türkiye’nin en tanınmış şairlerinden biri olarak, âşık olduğu kadınların ağzını gözünü patlatan Cemal Süreya’nın hiç katkısı yok mudur?

Sadece o değil, onu, bu şiddete rağmen yücelten, onun şiddetini sevecenlikle benimseyen, anlayışla karşılayan, kanıksayan edebiyat dünyasının, erkek şiddetine döşedikleri taşlara ne demeli? Üniversite hayatımda, Cemal Süreya okumayan, onun şiirleriyle aşkı yaşamayan yoktu. Ancak şairin Tomris Uyar’ı dövdüğünü öğrendiğimizde, genç kadınlar olarak büyük hayal kırıklığı yaşamıştık. Bu bilginin edebiyat çevresinde şefkat ve anlayışla karşılanması karşısında yaşadığımız hayret, saygı duyduğumuz edebiyat otoriteleri ve entelektüellerin kadına yönelik şiddete karşı yaklaşımındaki karmaşa içinde eriyip gitmişti. Kadına karşı şiddete karşı, net bir tavır alınmıyordu. Üstelik aşk, romantik ilişki, sevda ya da sevginin şiddet içerebildiğine dair bir mesaj veriliyordu sanki. Hayat çok boyutluydu; insan, türlü sorunları olan karmaşık bir ruhtu. Şairin kadınlara karşı öfkesini, onları dövmesini, ağızlarını, burunlarını dağıtmasını psikolojik, ekonomik etkenler çevresinde değerlendirmemiz gerekiyordu. Sadece şiirlerine odaklanmalı, yaşamına gözümüzü kapamalıydık. İşte bu, şiddete yönelik şefkatli yaklaşımın da erkek şiddetinin bugün vahşi boyutlarına ulaşmasına dalga dalga katkı yaptığını düşünüyorum.Yani sorun sadece muhafazakâr erkeklik değil. Kadına yönelik şiddete sol entelektüel çevre de gözünü kapatıyor. O yüzden İstanbul Sözleşmesine muhalif erkeklerden destek gelmiyor. Her iki taraftan bir kuşatma içinde bugün kadınlar ve bu zihniyetlerin bedelini, canlarıyla ödüyorlar.

Sadece Cemal Süreya değil elbette, solcu ikonik erkekliklere baktığımızda, büyük bir hayal kırıklığına uğruyoruz. Yılmaz Güney, Pablo Neruda ilk akla gelenler. Sol erkekliğin, mizojiniyle bir özhesaplaşma yaşaması şart, değişim ve dönüşüm için. Bu noktada, alıştığımız düşünce kalıplarından çıkmak zor da olsa, ilkeleri yalın halleriyle ortaya koymalı ve ödün vermemeliyiz. Bu, yaşamın karmaşık olmadığı anlamına gelmez. Ancak yaşamı herkes için yani kadınlar için de ama’sız, fakat’sız savunmak anlamına gelir.