Evet, çok zalimdiler. Yakıp yıkmadıkları, satıp savmadıkları, bozup parçalamadıkları ne bir mekân ne beden ve hatta ruh bile bırakmadılar. Örselemedikleri can kalmadı; can(lar)ımızı almaktan da geri durmadılar. En çok da değerlerimize, ahlakımıza, ortaklaşmacılığımıza saldırdılar. En büyük yağmayı ruhlarımızdan topladılar.

Şimdi sona doğru büyük bir hızlaçözülüyor olduklarına dair çok alametler belirmiş durumda. Kapalı kapıların ardındaki yumruklaşmaları dışarıdan duyulmaya başladı bile. İki değil çok parçaya bölünmüş durumdalar. Mesele AKP-Cemaat çatışmasından çoktan çıktı. Artık ne Cemaat yekpare bir blok ne de AKP çelik disiplinli, hiyerarşik bir lider örgütü. Evet, ‘ben konu mankeni değilim’ de hala daha bir dayılanma tonu var ama bu kez hiddetin ardında yatan korku daha bir görünür olmuş durumda.

O da biliyor ki, kendi dediği gibi ‘bu bir iş’ ve iş yapılırken kişiler değil işin yürümesidir aslolan. O da biliyor, mesele işin yürümesi olduğunda arkasından gözyaşı mı döküleceği yoksa teneke mi bağlanacağı sadece bir karar sorunu. Üstelik bu kararda belirleyici olanın uysalca gitmeyi kabul etmesi ya da savaşmaya kalkması olacak olduğunun da farkında.

Azıcık da olsa tanıdıysak savaşmaya kalkacağı ihtimalinin ağır bastığı söylenebilir. Savaşmaya kalkabilir çünkü sadece tayınlarını değil, özgürlüklerini de ona bağlamış olan geniş bir güruh var. Onun koruması kalktığında bırakın ekmeğinden (sözün gelişi ekmek, yoksa evler, yalılar, postlar, makamlar, milyarlar) olmayı; halkın eline geçerse linç edilmekten, ondan kurtulursa cezaevinde çürümekten korkan yüzlerce şahsiyetsiz kan emici savaşmaya zorlayacaktır.

Onu savaştıracak olan bir de ‘karakteri’ var. Kahramanlık değil ‘yakarım ulan kendimi de yakarım sizi de’ lümpenliğinden mürekkep ruhu da savaşı seçtireceğe benziyor. Sonu olmayan sadece kendisine değil (öyle olsa sadece seyredilebilir), herkese daha büyük acılar çektirmekten öte anlamı olmayacak bir savaşa yeltenebilir.

Muktedirlerin kendi içlerindeki parçalanmanın önemli etkenlerinden biri olan toplumsal muhalefet ise her geçen gün biraz daha güçlenip, serpiliyor.

Evet, ‘Kürtler’ bu muhalefetin en güçlü bileşenlerinden biri olarak coşku içinde çalışıyorlar. Gezide yakılan işaret fişeği, isyan ve özgürlük ruhu her geçen gün kendisine biraz daha güçlü bir beden buluyor.

Herkesin ortak beklentisi Gezi’den Lice’ye ve oradan Kobane’ye uzanan hat üzerinde bir yoldaşlık ağının örülmesi. Rojava ile Okmeydanı arkadaş değiller mi zaten, Tuzluçayır biraz da Hakkari’nin mahallesi değil midir? Gündoğdu meydanındaki Nevruz/Newroz ateşi Diyarbakır’la aynı parlamıyor mu?

Evet, hepsine evet. Ama bu coşkunun erken bir zafer sarhoşluğuna dönme riski de ortada duruyor. Unutmayın, İspanya İç Savaşı sırasında Avrupa sol basını Cumhuriyetçilere moral olsun diye abartılı zafer haberleri yayınladıkça savaşa katılım için İspanya’ya giden gönüllülerin oranı-hızla düşmüştü. Nasılsa biz kazandık diyenlerin savaşa desteğini çekmesi yenilginin nedenlerinden biri olarak sayılır.

Evet, coşku bizi daha çok çalışmaya itiyorsa çok iyi ama özellikle sosyal medyadaki seçim kazanılmış, zorba düşmüş havası bizi kaygılandırmalı.