Google Play Store
App Store
Ermenek'in düşündürdükleri

FAHRİ ERENEL*

İş kazalarına dikkat çekmek ve konu kamuoyu önünde canlı tutmak üzere, Adalet Arayana Destek Grubu tarafından her yıl bir almanak yayımlanmaktadır. 2014 yılı başında yayımlanan “İş Cinayetleri Almanağı 2013”ün önsözünde yer alan “İş kazalarının son bulması temennisinin gerçekleşmediği”, tam tersine kazaların boyut ve çeşitliliğinin giderek artış gösterdiği görülmektedir.

Soma maden ocağı kazası, Mecidiyeköy inşaat asansör kazası, Isparta’da öğle yemeğine, bir kamyonetin arkasına doldurularak götürülen işçilerimizi taşıyan aracın devrilmesi sonucu hayatlarını kaybetmelerinin üzüntüsü geçmeden 28 Ekim 2014 günü, Ermenek maden ocağı kazası ile sarsıldık. Maden ocağında mahsur kalan işçi kardeşlerimizi kurtarma çalışmaları sürerken 31 Ekim 2014 günü sabahı yeni bir katliam ile karşılaştık. Düşük bir ücret karşılığı, elma toplamaya giden çoğu kadın emekçilerimizi de kurban verdik. Bu olayın, 4857 sayılı İş Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu açısından öncelikle incelenmesi, hiçbir güvencesi olmadan çalıştırılan bu emekçilerimizin emeklerinin nasıl çalındığının, çalışmaların nasıl denetlenemediğinin de bir kez daha ortaya konulması gerekir. Kimilerine göre trafik kazası olarak nitelendirilen ve ısrarla bu şekilde görülmesi için algı yönetimi yapılan bu cinayette bir iş kazasıdır aslında…

Ancak, iş kazası için devlet kendi çıkardığı kanunlarda farklı tanımlara gitmiştir. 6331 sayılı kanunda; “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay” olarak tanımlanan iş kazasına, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda genişletilmiş olarak yer verildiği görülmektedir. Kanunun 13’üncü maddesinde iş kazası olarak kabul edilebilecek konulara yer verilmiş ve bu konuların ayrı ayrı tanımlaması yoluna gidilmiştir. Bu konulardan biri de taşıtla işin yapıldığı yere gidiş ve gelişi kapsamaktadır. Konu kanunda “Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır” şeklinde yer bulmuştur.

Yalvaç’ta meydana gelen kaza; eğer kazaya maruz kalan emekçilerimiz sigortalılar ise – sigortalı olduklarını ümit ediyoruz- 5510 sayılı Kanun kapsamına girmekte ve iş kazası olarak kabul edilmektedir. Ancak geçmiş yaklaşımlar göstermektedir ki, bürokrasi bu olayı iş kazası kapsamında değerlendirmemek için elinden geleni yapacaktır. Medya önünde sözler verilmiş olsa bile nasıl olsa unutulacak, hesap sorulmayacaktır.

Verilere göre, 2014 yılının ilk 10 ayında 49 servis kazası meydana gelmiş,55 işçimiz hayatını kaybetmiştir. Bu sonuç ve işçileri öğle yemeğine götürüp getirirken devrilen araç, emekçilerimizin hayatlarını sadece bildiğimiz anlamda iş kazalarının değil, bu tür taşıt kazalarının da kararttığını görmekteyiz.

Bu satırları yazarken -01 Kasım 2014- Zonguldak ve Bartın’da iki maden ocağı kazası daha meydana geldi. Zonguldak’ta maden ocağı içinde vagon çarpması sonucu hayatını kaybeden bir işçimiz, Bartın’da ise göçük sonucu hayatını kaybeden Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşı iki işçi…

Son bir ay içinde, özellikle yüksek inşaatlarda iskelelerden düşme sonucu meydana gelen ölümlü iş kazalarının çoğu kendilerine medya da bile yer bulamadılar. Çünkü bu emekçilerimiz sadece bir kişi olarak görüldüler ve istatistiki bilgilerde yerlerini aldılar. Sosyal medya da hayatını kaybeden yabancı bir sanatçının ismi yazıldığında çıkan haber sayısı ile Soma olayından 1 ay sonra Soma diye yazdığınızda çıkan haber sayısı arasında Soma aleyhine korkunç bir fark oluştuğu görülmektedir. Bu konu sadece toplumumuzun balık hafızalı oluşu ile açıklanabilecek bir konu değildir. Duyarlılığını kaybetmiş bir toplum karşımızda görmekteyiz. Ve sonra ateş sadece düştüğü yeri yakmaya devam etmekte, aileler acıları ile baş başa kalmaktadırlar.

İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin, 01 Ocak-29 Ekim 2014 arası verilerine göre,meydana gelen kazaların neredeyse tamamına yakının özel sektör işletmelerinde gerçekleşmiş olması konunun incelenmesi gereken ayrı bir boyutunu ortaya koymaktadır.10 aylık sürede maden ocaklarında meydana gelen kazalar sonucu hayatını kaybeden toplam 354 emekçimizin 351’i özel sektör işletmeleri çalışanlarıdır. Neoliberalizm denilen sömürü düzeninin, “Daha çok üret, daha çok kar elde et” anlayışının sonucudur bu.

Yapılması gerekenler açısından, sözün bittiği noktayı çoktan geçtik. Söylenecekler söylendi, yazılacaklar yazıldı. Yeni bir keşfe gerek yok artık. Yapılması gerekenler belli. Hiçbir şeye bakılmayıp,sadece yazılı medya da kazanın olduğu günden itibaren 10 gün süre ile kaza ile ilgili haberleri incelemek bile yeterli olacaktır. Acaba ilgili Bakanlığın bu haberleri analiz edecek,dersler çıkarabilecek, bu sonuçları herkesin erişimine açabilecek bir çalışması veya daha da ilerisi bir merkezi var mıdır? diye düşünmeden edemiyor insan…

Geçmiş kazalardan dersler çıkarılmaması en önemli sorun alanlarımızdan birini oluşturuyor. Ermenek maden ocağı kazasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın “Öğrenebildiğimiz kadarı ile 25 yıl önce Yozgat’ta buna benzer bir olay yaşanmış” açıklaması geçmiş olaylardan ders alınmadığının ve olayların meydana geliş şekillerine göre tasnif edilip, ileride kullanıma hazır tutulması anlayışının yerleşmediğini göstermektedir bize…

13 Mayıs 2014 Soma, 28 Ekim 2014 Ermenek… Aradan geçen 5 ayda alınmış elle tutulur, gözle görülür bir tedbir yok… Alınan kararların uygulanması sürekli öteleniyor. Çeşitli menfaat grupları,siyasi hırs,ekonomik nedenler bunda etken…

Yasaların nasıl giderek etkisiz hale getirildiğinin en güzel örneklerinden birini Kamu İhale Kanunu vermektedir bize. 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun yerine, öncelikle yolsuzlukla mücadele, kamu kaynağının daha etkin ve verimli kullanılması, AB yasaları ile uyum kapsamında, 2002 yılında çıkarılan 4734 sayılı Kamu İhale Kanun’un da geçen 12 yıl içinde yapılan değişiklik ve düzenlemeler artık takip edilemez hale gelmiştir. Her bir değişiklik ile sağlanan istisnaların sayısı giderek artmış, neredeyse istisna olan kurumlar, kanun kapsamında olanları yakalamıştır. Almanlar her bir istisnanın (Ausname ist regel-İstisna kural anlamına gelir şeklinde çevirebiliriz) ileride kural haline geleceğini söyler ve istisnayı son seçenek olarak görürler. Kapsamlı bir inceleme yapıldığında, değişiklik gerekçelerinin hemen tamamına yakınının bir kurum veya gruba menfaat sağlamaya yönelik olduğu görülebilecektir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun tam olarak uygulamaya geçilememesinin ardında da benzer nedenler yatmaktadır.

Yine Ermenek’te Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın uygun olmayan taleplerin reddi konusunda bir gazetecinin sorduğu soruya verdiği “50 kişiyi araya sokuyorlar” yanıtı, kamu yararı ve siyaset arasına sıkışmışlığın, bilinen mağlubun ilanıdır adeta…

Maden ocaklarında çalışan işçiler üzerinde daha çok üretim için sürekli bir baskı olduğunu hepimiz biliyoruz. Ocakta işçilerin çalışırken en çok duyduğu kelimeler dayıbaşı olarak tanımlanan kişilerin söyledikleri “Hadi hadi” kelimeleridir. Soma’da maden ocağında çalışan bir işçinin annesinin kendisini “Hadi oğlum kalk” sözleri ile uyandırmaya çalışması üzerine, genç madencinin hiddetle yattığı yerden doğrularak “Sakın beni bir daha hadi diyerek uyandırma” şeklinde sarfettiği sözler, sömürülmenin zihinlere kazınmışlığının örneğini oluşturmaktadır.

*Yrd. Doç. Dr., Kemerburgaz Üniversitesi