Kurfalı adlı bir mahallede gece afiş asıyorduk. Beyaz Toros’un ağır turlar attığı doksanlı gecelerdi, devriyeler sıkı, geçit vermez, Toros içindekiler amansızdı. Yanımızda acar bir genç. Yüzü hep gülüyor, hiç polisten, Toros’takilerden korkmuyor, aldırışsız, delifişek. Yeraltından günışığına çıkıyoruz kolay değil, yasal sosyalist partilerden biri daha kuruluyor. Günlük gazetemiz de var, evreni yazıyor, heyecanlıyız çok. O uzun gülen çocuk, en çok on yedisinde. Nerden bilebilirdim sazın teline ustaca vurduğunu, Erzincan’dan geldiğini, adının Erol olduğunu. Yasaldık ama daha o kadar legal değildik.

Sonra duydum, legal parti işine çok aklı yatmamış, sorunlar yaşamış genç çocuk, kafası karışmış. Kendi köşesinde, kendince ve sessizce mücadeleye devam etmiş. Ben onu okuması-yazması az, inancı çok, yol-yolak bilmez, ama İstanbul’u karış karış gezen, tıpkı benim gibi Allah’ın bir garip Zaza’sı sanırdım, Haq’ın budala Kızılbaş’ı, ancak dervişlerin durmadan tewte girip titrediği semahları görmüş, bin yıldır taş ziyaretlere tapmış, cami görmemiş ama ceme girmiş, gökten inmiş tüm kitaplara rest çekmiş ama dara durmuş, kim bilir belki kutsal kavak ağacı dewezanunun altında başını göğe kaldırıp deyişler bile okumuş. O Allahsız kitapsız baş, meğerse Yıldız Teknik okumuş, hiç mesleğini yapmamış, soluğu sıcacık gözleriyle hemen soğuk inşaatlarda almışmış.

Koptuk, omuz omuza ve zulmün gözüne dimdik bakacak kadar birbirini tanıyan iki adam, birbirimizi bir bilinmez yol ayrımında kaybettik. Benim yolum memleketime düştü, o İstanbul’da kaldı, ömrünü adadığı inşaatlarda. AKP devrinde her gün deste deste işçi düşüp ölürken, TOKİ adlı toplama kampının gestapoları kader diyerek ölenlerin ailelerini cehennemle korkuturken, Erol işçilerin işçisi olduğunu kanıtlamış. Bir grup kardeşi ile sendika kurmuş, Tekin vardı, başka bir yiğit adam, onunla yürüyormuş. Tam omzuna omuz dayanılacak adam. Son dört yılda, İstanbul’a her gidişimde, mitingte, ya da bir mahkeme önünde, acılı kalabalıklar içinde yanı başımda hep biter, arkadan sarılıp boynumu öperdi. Gülüşü eski günleri, yasadışı zamanları çağırırdı.
Hakan Gülseven yazdı, Kobani’nin yeniden inşası için oraya bir sağlık ocağı yapmak için harekete geçmiş. Yurtdışından Gabriel bile gelmiş, söyleşmişler, işçiler nasır dolu elleriyle yapacakmış sağlık merkezini. İşçiler, yıllardır bir türlü mücadelede önü almayan, Gezi’de bile sahne almayan işçiler. O işçiler ki hep maaş artışı, hep iyi bir toplu sözleşme, hep iş güvencesi, ne bileyim hep tazminat istemez ya, politika da yapar, günü gelir cihatçı barbarların eliyle yıkılmış, taş taş üstünde bırakılmamış küçücük bir şehre yardım elini de uzatır. Üstünde yeşil parkan, Kızılbaş bıyıkların ve havaya üflediğin sigaranın dumanıyla insan olmanın, sade yiğitliğin, bir de işte bu büyük düşüncenin kanıtıydı Erol Ekici, işçi sınıfının devrimcisi.

Erol Ekici öldü, 10 Ekim günü Gar’da, kan içen, ciğer dişleyen barbarlar ta Rakka’dan geldiler, ellerinde krokileriyle, gübre dolu bombalarla, sabah kahvaltılarını yapıp da geldiler, vücutlarını uyuşturarak, annelerine babalarına vasiyetlerini bildirerek vardılar Ankara’ya. Kimi öldüreceklerini bilmeden patlattılar kendilerini. Ölen yüz ikiden biri Erol’du, hemen üstüne düştüğü Tekinmiş, sendikanın harcını birlikte attıkları sırdaşı, nefes nefese can vermişler, ölümde bile ayrılmamışlar. Şair, herkes kendi payına ölür demiş ya, yok yanlış, onlar ölümü bile paylaşmış.

İnşaatlarda gündüzler ve geceler boyu, sigortasız, güvencesiz, bir makine dişlisi gibi çalıştırılan, ölünce yerine yenisi alınan, güzel öldüler denilen genç işçiler, yeni kurulmuş devrimci sendikadan yoldaşlar, eski mahalle Kurfalının çatlak kırmızı boyalı duvarları suskun kaldı. Yaşar Kemal nasıl öldüyse Erol Ekici de öldü. Hırant nasıl gittiyse Erol da gitti. Geride romanlar boyu bir yaşam, destana konu sessiz bir genç hayat kaldı. İşçilerin kanını içmeye doymayan TOKİ patronları nasıl varsa, bir işçi sınıfı, onun dünyayı yaratan emeği de var. Erol’un destanı yazılmalı, sessizce Kurfalı’nın bir köşesine anıtı yapılmalı, nasırlı genç işçi elleri hüneriyle hiç olmazsa resimleri yapılmalı Kurfalı duvarlarına, Kobani’de belki bir sokağa adı verilmeli, eylemi yaşatılmalı, hepimizin ömründen uzun bir süre daha.