Biz işleri son güne bıraktığımız için böyle acılı oldu; dünyaya gelince ağladık sızladık filan...

Erteleyiniz efenim, halledersiniz...

> ALEV KARADUMAN karadumanalev@gmail.com

Toplum içinde ‘erteleme hastalığı’ olarak bilinen bu durum, psikiyatrik hastalıklar listesinde yer almıyor. Kendisi hastalık olmasa da varlığı hayat ilerledikçe hastalıklı bir hale geliyor; işleri son ana erteleyenlerin çilesi her ‘Bir daha son güne bırakırsam ne olayım!’ deyip de her sözlerini tutamayışlarıyla biraz daha büyüyor. Bu haftanın Neco’su ki, son ana bırakmacıların stresini kaygısını telaşını, işlerin altından kalktığı zaman da peyda olan o rahatlamasını, sevincini, hafifliğini mesele ediniyor.

Efendim bu kişileri daha ilk okuldan tespit etmek mümkündür. Derse girme zili çaldığında bahçede gevşek gevşek ‘Oyuna devam yeaa, daha örtmenler zili çalmadı’ diyen bir güruh vardı ya, işte onlar tam olarak bunlardır. ‘Günü gününe değil de yata döne’ ekolünü benimseyen bu çocuklar için Pazar gecesi ödev gecesidir. Çoğu zaman stres ve zamansızlık yüzünden yetiştiremezler tabii ödevlerini, bu sefer utanmaz göz yaşları ebeveynlerinin ya da büyük ablanın abinin gönlünü alır da, yardım ederler ödeve ve görev anca öyle yerine getirilir. Son dakkacılar büyürler ama hayattan hiçbir ders almazlar, öyle umarsızca... Derse ikinci zilde giren çocuk, ders seçimini son güne bırakıp mal gibi ortada kalan, sinemaya ‘Reklamlar vardır şimdi’ diye yarım saat geç giden, finallerine saatler kala kitap açan üniversitelilere dönüşür. Bu telaşın en toz pembe halidir yine üniversitede yaşanan; daha bunun bütünlemesi var, yaz okulu var, alttan alması var, var oğlu var. Ama iş hayatı öyle mi? Sabahlara kadar çalışmalara, kahveye enerji içeceğine doymalara sebep olur, akabinde tüm son dakika işleri gibi ‘ek süre’ denen mevhumu mecbur kılar...
Sanılanın aksine, Türkiyeli’lere özgü falan da değildir bu huy! Tamam, bir hükümeti kurmamız iki yıl alıyor, ellerimiz ağırlıktan havada paralanıyor belki ama tembellik evrenseldir; ertelemek insanın en dipten gelen güdülerinden biridir! Keza proje teslim etmeye de tatil bileti almaya da aynı derecede üşenip, aynı derecede son ana kalabilir insan. Kovulmak da, tarihin en pahalı uçak biletini almak da yıldıramaz tembeli üşenmekten. Elektrik su faturaları, arabanın muayenesi, harçlar, evrak teslimleri, tüm günlük işlerimizde bu böyle. Bu hareketin en çarpıcı özelliklerinden biri de, faiz kavramıyla tanışmamıza birebir sebep olmasıdır. Türkiyelilik değil de Akdenizlilik’le belki biraz yakından alakası vardır aslında meselenin. Havayla, suyla, hamurla ilgili. İnsan sormadan edemiyor; yanı başımızda borçlarını geciktirip faizlerinin altından kalkamadığı için koskoca ülke batarken, bir Alman hayatında hiç gecikme faizi ödemiş midir acaba? Evde depozitolu cam şişeleri biriktirip, üşendiğimiz için kapının önüne çıkarıp geri dönüşümcülere bırakırken biz, onların sent sent şişelerinin peşinden koştuğunu dünya alem biliyor mu? (!)

Almanları Akdenizliler’i geçip, son ana bırakan insanın dramına geri dönecek olursak... Bu kişilerin tembel değil, hata toleransının zayıf olduğu kişiler olduğuna dair bir görüş de vardır. Ertelemenin genelde çocukluğunda kendisini ispatlama çabası içinde olan veya bir şeyleri zor elde etmiş bireylerde görüldüğünü söyleyip, bu kişilerin yeterince iyi olamama kaygısıyla bir türlü işe başlayamadığını ve hep son dakikaya bıraktığını söyler bu görüş. Ama bana kalırsa bu kişiler düpedüz ya çok üşengeç ya da aşırı özgüvenlidirler. ‘En iyi öğrenme stres altında öğrenmedir’ söylemini de doğrularlar, o kaygı ve baskı altında o adrenalinle neler ortaya çıkar bir bilseniz! Normalde üretemeyecekleri çözümler üretip ellerinden gelenin en ii si ni yaparlar, ayrıca iş son dakikaya kaldığı için ister istemez en güncel hali de ortaya çıkmış olur. Üretkenlik ve yaratıcığın tavan yaptığı o anlardan alnının akıyla kalkmak ‘en ii si o’ dedirtir, bir ohh çekersiniz karşıki dağlar da işlerini bundan sonra hep son dakikada yapmaya karar verir. Bok yemenin Türkçesi’dir evet ama bir yandan da bir kere son dakkaya kalıp altından kalkan, ikincisinde üçüncüsünde de alnının akıyla çıkabilenlerin artık bu kısır döngüden çıkması hayaldir. Artık son dakkacılık bir alışkanlıktır, kurtulmak cesaret azim ve hafıza sildirmek ister. Çünkü neredeyse işini zamanında yapanlara enayi gözüyle bakan o bilinç çoktan oluşmuş, zihnin havzalarında bağdaç kurmuştur.

Aslında muhtemelen doğumumuzda bile anne karnında hazırlık yapabiliyorduk ama biz işleri son güne bıraktığımız için böyle acılı oldu; dünyaya gelince ağladık sızladık filan... Velhasıl, bazı şeylerin son anda da kotarılabileceğini öğrendikten sonra erdeme dönüşür bu sorumsuzluk hali. Hayatı zehir eder mi eder, eğlendiğimiz ertelediğimiz anlar zindana dönüşür mü dönüşür. Ama sadece erteleyenler bilir ki, filmdeki bomba sahnesinde, son saniyede bombayı imha etmenin hazzının hiç ama hiçbir muadili de yoktur.
Erteleyiniz efenim, halledersiniz...