Esaretin nedeni ve özgürleşme ihtimalimiz

UMUT YİĞİT / @umut_yigit

"Kaplumbağa ile tavşan” hikâyesini bilirsiniz. Hız konusunda birbirinin zıttı iki hayvan bir yarışa tutuşurlar. Kağıt üzerinde tavşanın kazanma şansına olan inancımız tam olsa da hikâyenin sonunda tavşan aylaklığından kaybeder, kaplumbağa ise azminden ötürü kazanır. Aylaklık veya tembellik bir hak olduğu kadar azimli olmak da bir tercihtir. Yani bu durum bir tercihin sonucudur. Fakat bu, iki hayvanın doğaları arasındaki işlevsel farkları değiştirmez. Kaplumbağanın yavaş tavşanınsa hızlı olmasının sebepleri vardır. Kaplumbağalar yavaş hayvanlardır çünkü yetişmeleri gereken bir yerleri yoktur, başka bir canlıya da yem olmazlar, evlerini sırtlarında taşırlar ve evlerinin de ağırlıklarıyla hımbıllaşırlar. Tehlikeyi sezdikleri an oldukları yerde saklanma lüksüne sahiptirler. Tavşanlar ise atik olmalıdır. Çünkü etobur bir canlı için besine dönüştürülebilecek türdedirler. Evrime ister inanın ister inanmayın doğada her sonucun bir nedeni mevcuttur. Tıpkı kültürel pratiklerimizin nedenleri olduğu gibi.

Dini vecibeler ve farzlar da kültürel pratik olarak kabul edilir. Orucun anlamı zamanla unutuldu. Beş yıldızlı otellerin açık büfe iftarlarında kendimizi kaybettik. Kırkta bir oranında olması gerektiği yazılan zekât için "Nakit mi çek mi?”, "Gayrimenkul dahil mi?” kavgalarına tutuştuk. Anlamını sorgulamaktan korktuğumuz niyetleri kendimizi pazarlamak için sunar olduk. Kabul edelim ki artık Tanrı bizler için bir felsefe değil, yeryüzünde resmi kurumlara sahip eli sopalı bir baba oldu.

Hâl böyleyken savaşların şanlı gölgelerinden kurtulamamış bir tarih öğretisinin mutlak esirleri olarak büyüdük. Bizden olmayana kindar, bizim gibi olana dindar tavırlar takındık. Aksi bir durum anormal karşılanır oldu. Oysa bizim atalarımız krallar, padişahlar, sultanlar değil sıradan insanlardı. Tarihi okurken Samsunlu bir terzinin diktiği fistanı merak etmek bize göre olmadı çoğu zaman. Pek çoğumuz Afrika’nın kurak topraklarında yaşamını sürdüremeyip göçebe olmak zorunda kalmış, toprağın verimini keşfettiği anda yerleşik hayata geçmiş insanların çocuklarıydık aslında. Karnını doyurmak üzere alternatif bir buluşa imza atan atalarımız o gün kültür denilen şeyin de temelini atmış oldular. Ve bunun sebebi yerleşik hayata geçmek için imkân bulabilmeleriydi.

Her coğrafya farklı şekilde biçimlendirdi toplumların yaşantılarını. Kimileri soğuk iklimlerde hızlı hızlı horon teper oldu, kimileri sıcak iklimlerde zeybek oynadı. Coğrafyalar bizlere kültürleri hediye etti. Kültürleri zamanla zihniyete, zihniyeti ise mizansenlere dönüştürdük. Bağlamından kopartılmış, nedenini bilmediğimiz kuralların kapanına kıstırdık hayatlarımızı.

Tüm bunları yaparak birbirimize zarar verirken dünyanın geri kalanını görmezden geldik. Çünkü her birimiz saygı duyulmayı hak eden varlıklardık. Herkesin saygı beklediği yerde saygı gösteren de çıkmadı haliyle. Kimileri için asırlardır gurur kaynağı olan fetih, kimileri için toprağının işgaliydi. Ama kimse diğeri için düşünme zahmetine girmedi. Hepimiz anlamaktan çok anlaşılmaya çalıştık ve ötekini anlamayı unuttuk. Bireyden topluma iktidara muhtaç yetiştirildik. Oysa iktidar insanlık adına yaşamın düzenini sağlayan bir araçtı sadece. Herkes kendi iktidarını kurmak için yükseldi sonra. Kendi iktidarını üretemeyen insanlar da benliğini hiçe sayan, onu sürekli bastıran muktedirlere tapındı. Boyun eğdiler onlara, çünkü gölgelerinin altında konfor vardı. Aylaklıklarla dolu basmakalıp yaşamlara imkân sağlıyordu. Sorgulamadılar hiç, çünkü özgür olmak bir yüktü. Özgürlük korkunç bir şeydi aslında onlar için, o yüzden azimle özgürlük isteyenden de korktular. Çareyi saldırmakta buldular.

Ama bilmediğiniz bir şey var. Saldırılar umudun adresini unutturmayacak kadar hafif bizler için, umutlu olmak için ise daha çok vaktimiz var. Yeri geldiğinde tavşan gibi tembellik hakkını kullanacak yenilgilerden ders alacak, yeri geldiğinde kaplumbağa gibi zafer yolunda azimle ilerleyeceğiz.