Esenyurt bu tarifte nereye denk düşer, Esenyurt kaybedilirse kim kazanır, kim kaybeder ya da misal Mekke’nin başına bir hal gelir mi, bu soruların cevabını yüce gönlünüze havale ediyorum

Esenyurt’u kaybetmenin anlamı ve kelimeler

Aydın Tonga @aydin_tonga

Esenyurt Belediye Başkanı’na göre “Esenyurt’u kaybedersek Mekke’yi, Kudüs’ü ve hatta İslam’ı” da kaybediyormuşuz. İstanbul’da yaşayanlar bilir; Esenyurt, betonun göğe yükseldiği, demirlerin bir hançer gibi semtin bağrına çakıldığı, yeşil alanın samanlıkta iğne arar gibi arandığı şehrin soğuk ve bir o kadar da kalabalık yüzüdür. Bilmeyenler için Esenyurt’u şöyle tanıtalım: İnşaat şirketlerin başkentidir Esenyurt, misal 2017 yılında en çok daire bu ilçede satılmıştır. Ondandır semti internet ortamında arattığınızda karşınıza öncelikle “satılık” yazısı çıkar.

Ticari çirkinliğin, haydutluğun, aç gözlülüğün bir eseri olarak semt böylece “satılık” olmakla özdeşleşmiştir. Bu sebepten inşaat şirketleri pek bir övgüyle bahseder Esenyurt’tan. Lakin bu satışın bir de bedeli vardır. İsmine nazire yaparcasına adeta rüzgâr esmez bu yurtta. Çünkü esilecek hava insanların tıka basa doldurulmaya çalışıldığı hücre tipi evlerce kesilmiştir. Aynı demir yığınlarının kalabalığı yüzünden ne oturacak park ne gezilecek yeşil alan kalmıştır bu semtte. Yapılan bir araştırmaya göre Esenyurt’ta kişi başı yeşil alan miktarı bir metrekarenin altındadır. Oysa bu rakam New York’ta 27, Viyana’da 60 metrekaredir.

Yılın 248 günü vatandaşın kirli hava soluduğu, İstanbul’un hava kirliliğindeki öncü semtidir Esenyurt. Öyle ki bu semtte yaşayanların var olan hava kirliliğinden dolayı günde 1, 1,5 paket sigara içen bir kişi kadar zehre maruz kaldığı belirtilmektedir. Düşünün bu ilçede 800 bine yakın insan yaşamakta. Zehri hava diye soluyan, betonu yurt diye kabul eden, topraksız, ağaçsız ve birbirinden kopuk olduğu oranda insansız bir semttir Esenyurt. Sağlık, ekonomi, eğitim, sosyal yaşam gibi ölçütlerin baz alınarak hazırlandığı bir İnsani Gelişme Endeksine göre 150 ilçe arasında ancak 93. sıradadır bu “kutsal” şehir. Velilerin okul, öğrencilerin öğretmen, çocukların park bulamadığı bu “ulvi” semtte tek kazanan müteahhitlerdir. Resmi rakamlara göre Esenyurt’ta öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 37, Derslik başına düşen öğrenci sayısı ise 61’dir. Tam da bu sebepten şehirde oturanların en az yaşamak istediği yerlerin başında gelmektedir bu semt.

İlçe, inşaat şirketlerinin başkenti haline gelince ev mağdurlarının eksik olmayacağı da tahmine mazhar bir durumdur. Yukarıda internet dünyasının Esenyurt’u “satılık daire” ilanları ile tanıdığını ifade etmiştik. Onu tanıtan ikinci başlık ise “mağdurlardır”. Esenyurt’ta ev mağdurlarından geçilmez. O kadar ki, 2010 yılında bir inşaat şirketi ile anlaşan Diyanet Sen üyeleri bile Esenyurt’ta “dolandırıldıklarından” dem vurmaktadır. Bahse konu inşaat şirketinin sahibine göre ise suçlu kendisi değildir. Bir açıklamasında şirketin sahibi Osman Bakırcı bu durumu şöyle ifade eder: “Ben akılsız mıyım, izin, ruhsat, belge almadan milyonlarca dolarlık iş yapayım. Ben buradan herkese ‘hodri meydan’ diyorum. İnşaat şirketlerinin sahipleriyle belediye ortak basın toplantısı yapsın. Kim haklı kim haksız ortaya çıksın.” Fakat bu ve benzeri türden konuları konuşacak değildir yeni başkan. Müslümanlar çocuklarını gönderecek okul bulamasa da serde “Mekke”, serde “İslam” vardır. İslam söz konusuyken mağdurları, kirlenen havayı, gidilemeyen okulu, yaşanamayan hayatı konuşmanın vakti midir?

Yahya Kemal’in din nedir sorusuna “Din Selimiye Camii’dir” diye cevap verdiği ifade edilir. Şüphe yok ki şair dini gönlünde emek, estetik, sanat ve güzellik diye tanımlamıştır. Onun için din deyince aklına Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye gelir. Esenyurt bu tarifte nereye denk düşer, Esenyurt kaybedilirse kim kazanır, kim kaybeder ya da misal Mekke’nin başına bir hal gelir mi, bu soruların cevabını yüce gönlünüze havale ediyorum.

Esenyurt deyince hatırlatmadan olmaz. 2012 yılında Marmara Park adlı AVM inşaatında büyük bir yangın çıkar. Alevler kısa sürede işçilerin yatakhane olarak kullandığı naylon çadırları da sarar. Sonuç felakettir. 11 işçi çıkan yangında yanarak ve dumandan zehirlenerek can verir. Bedenleri tanınmayacak haldedir. Dönemin Esenyurt Belediye Başkanı 10 kişilik çadırlarda 35 kişinin kaldığı iddiaları üzerine şöyle konuşur: “Ölenlere nasıl öldüklerini soramıyoruz. Çadırda 35 kişi de kalabilir, 50 kişi de kalabilir. Yangın soğuk havanın getirdiği bir şey.” Esenyurt’a ruhunu veren siyasi irade biraz böyle bir şeydir işte. Bir açık hava demir yığını müzesine dönüşmüş olan Esenyurt’ta yangının tek sorumlusu rüzgardır; kusur mu, ihmal mi, kendini kaybeden semt mi, haşa! Bu ancak fitnecilerin sözü olabilir!

Fitne sözü önemli. Her daim can yeleği misali yanınızda taşıyabilirsiniz bu sözü. Tıpkı İslam, Mekke, Medine, Kudüs, Kabe gibi. İçeride ne yaptığınız, kiminle ne konuştuğunuz yaşamınızı nasıl kurduğunuz, kimlerin canını yakıp, kimleri kurtardığınız önemli değil. Bir bakarsınız cam misali paramparça ettiğiniz Esenyurt’u konuşurken İslam kelimesi lazım gelir ve o anda bütün parçaları toplamış o camı hiç kırmamış gibi olursunuz. Onun için başkan yanılıyor aslında. Kaybedilmemesi gereken Esenyurt değil, o her derde deva “kelimeler paketidir”.