Nijeryalı, Kamerunlu, Ugandalı, Tanzanyalı, Güney Afrikalı, Zimbabweli ve Somalili… Binlercesi Esenyurt’ta. Önyargılardan şikâyetçiler. Düşük ücretlere çalışıyor, adil bir yaşam istiyorlar... Esenyurt’ta yakın zamanda bir telefon kavgasında öldürülen Togolu Romeo’nun adı daima göçmenlerin dilinde. “Burada kimsesizler mezarlığına gömülmek istemiyoruz” diyorlar.

Esenyurt’u ‘yurt’ edinen göçmenlerin öyküsü: Kimsesizler mezarlığına gömülmek istemiyoruz
Fotoğraflar: BirGün

Birgül ÇAY

Yoksulluk, eğitim, Avrupa’ya geçiş kapısı... Her biri başka bir sebeple İstanbul’a gelmiş olsa da burada, İstanbul içine giden otobüslerin vaktiyle “İstanbul, İstanbul” diye bağırdığı Esenyurt’ta öbeklenirler. Önceleri hemen Esenyurt merkezde, hiç kimse kiralamadığı için şehir merkezinden yarı yarıya daha ucuz, çoğu tek odalı stüdyo dairelerde kalıyor olsalar da, şimdiler de Ak-Tower ya da Koza Mahallesi’nde çoğunlukla paylaşımlı evlerde oturuyorlar. Pandemi gibi zorlu bir süreci atlatmayı bu birlikte yaşamaya borçlu olduklarını söylüyorlar. Çoğu 25 ve 40 yaş aralığında genç ve ağırlıkla erkekler.

MÜZİKTEN İNŞAATLARA

Pa Dodou Sarr da onlardan birisi. Sahne adı “Ouzey Duboiz” olan Gambiyalı bir müzisyen. Onun müziğiyle anlatacakları var… Müzik yapmak, müzik yapanlarla tanışmak ve hayatını en sevdiği şey olan notalarla kazanmak için buraya gelmiş. Müzikle para kazanamayıp İstanbul’da biriken parası bitince, inşaat işçiliğinden, İngilizce öğretmenliğine dek pek çok değişik şey denemiş. Daha da denemeye, bir yaşam kurmaya, çok sevdiği müziğe dönmeye çalışırken 28 Haziran’da bir polis kontrolünde gözaltına alınarak, Kayseri’deki geri toplama merkezine gönderilmiş. Müzisyen arkadaşı Perma aracılığıyla ulaşıyoruz Duboiz’e. “750 kişilik bir geri toplama merkezinde yataklarda 2 kişi yatıyoruz” diyor. “Bu hesapla orada ortalama bin 500 kişi var” diye ekliyor Perma. Düzenli beslenemiyor, yasal durumları, gelecekleri hakkında yeterli bilgi alamıyorlar. Gözaltındaki 24’üncü gününde kendi akıbetlerini sorduklarında, üzerlerine biber gazı sıkılmış. Geri gönderilme kâğıdını imzalanmasını istiyorlar. Geri dönmek ise bir kâğıdı imzalamak kadar kolay değil. Bilet yaklaşık 15 bin TL. Burada bir belirsizlik orada ise bir yoksulluk arasında seçim yapması gerekiyor. Perma öncülüğünde müzisyen arkadaşları avukat parasını toplamaya ve kendisine destek olmaya çalışsa da süre uzadıkça imkânlar azalıyor.

Müzisyen Ouzey DuboizMüzisyen Ouzey Duboiz

Afrikalılar için Türkiye her zaman bir hedef ülke değil. Kolay vize alınan ve AB’ye yakın bir transit ülke aynı zamanda. Görüştüklerimizden Gambiyalı bir gencin ve arkadaşlarının da danışmanlık şirketine tüm parasını verirken aklındaki tek şey, Avrupa’ya geçmek… Firma İstanbul biletini onlara Yunanistan garantili satar. Ola ki yakalanırlarsa daima yanlarında olma, Türkiye de bir sene oturum izni alma sözü verirler. Ne verilen sözler tutulur ne firmadan iz kalır, 6 ay içinde. O saatten sonra Esenyurt artık bir kader olur ve kaçak işçiler olarak katılırlar emek piyasasına. Ama ne katılmak! Gözlerimiz onlara saat satarken, kemer satarken alışkınsa da onlar merdiven altı tekstil atölyelerinde, fabrikalarda yerli halktan ve diğer göçmen topluluklardan çok daha düşük ücretler ile ve daha uzun saatler ter döküyor. Bu emeklerin karşılığında aldıkları para ortalama 3 bin TL. A., bu tekstil işçilerinden birisi.

SADECE ÇALIŞIYORUZ

Bir çay ocağında buluşuyoruz onunla. Gencecik. Siyah alnının üzerine renkli ve örgülü saçlarından bir tutam düşmüş. Gözleri karanlık geceleri aydınlatan yıldızlar gibi parlıyor. Ailesinin en büyük çocuğu. TL, kendi paraları karşısında şimdilik değerli. Ailesine para gönderebilmek için burada. “Haydi, bana biraz anlat” diyorum, “Neyini anlatayım, sadece çalışıyoruz” diyor: “Bir miktar paraya anlaşıyoruz, ama asla ay sonunda alacağımız parayı bilmiyoruz. Her zaman bir sebep ile para kesiliyor. Fabrikanın yarısı Afrikalı, yarısı Suriyeli.”

“Peki, ama hiç denetleme olmuyor mu?” diye soruyorum. Şöyle yanıtlıyor: “Oluyor ama bazen hiç ses çıkarmıyorlar bazen de aramızdan birkaç kişiyi seçip götürüyorlar, biz sonra çalışmaya devam ediyoruz.”

“Ya hastalanırsanız” diyecek oluyorum, “Eğer hastalanırsak, bir turist gibi hastaneye gidiyoruz ve hastaneler çok pahalı. Mümkün olduğunca evde iyileşmeye çalışıyoruz” diye cevaplıyor. Görüldüğü üzere onların hiçbir sağlık güvencesi yok. A. 3 senedir Esenyurt’ta işçi olarak çalışıyor. İşyerlerinde fiziksel bir zorlama ile karşılaşmamış. “Ama onların zorlamaları dillerinde” diyor. “Haydi haydi! Daha çok, daha çabuk!” O söylerken beden dilinden anlıyorum ki, tüm gün bu sözlerin psikolojik baskısı, fiziksel yorgunluklarından daha ağır.

En çok paralarının eksik verilmesi ve zamanında ödenmemesi sorunuyla karşılaşsalar da, yapacakları bir şey yok. Polise gidip, haklarını arayamıyorlar. “Eskiden bazen yapardık” diyor ama siyasi iklim değişip, ırkçılık büyüyünce bundan daha fazla korkar olmuşlar. Durup dururken yapılan denetlemeler, artan geri göndermeler, sürekli gündeme gelen göç ve göçmen meselesi büyük korku yaratmış kalplerinde.

Pasaportları ellerinden alınıp zorla çalıştırılan arkadaşları da olmuş. İşyerlerine girince, anlaşma aşamasında, “Eğer yakalanır ve aniden gitmek zorunda kalırsak içeride kalan paramızı bize gönderme garantisi verir misiniz?” diye soruyorlar. Garanti almaya çalışıyorlar patronlarından…

AŞILAMAYAN ÖNYARGI, NEFRET VE DAHASI

Bir sonraki durağımız Nijeryalı bir çiftin evi. İsimleri Ada ile Uche… Onlar eğitim için gelmiş ve bir yandan okuyarak bir yandan çalışıyorlar. Türkiye’deki okulların fiyatları Avrupa’dan daha ucuz. Bu yüzden ana rota Türkiye. Üstelik vakıf üniversiteleriyle bölüm ve okul seçenekleri çoğalmış. Onları da pek çokları gibi şehir merkezinden Esenyurt’a getiren ise düzensiz kentleşmenin getirdiği konut fazlası ve günlük yaşam tüketimlerinin daha ucuza erişilebilir olması.

Eğitim için Türkiye’ye gelen Nijeryalı Ada, önyargılardan şikâyetçi... Eğitim için Türkiye’ye gelen Nijeryalı Ada, önyargılardan şikâyetçi...

Başkaca avantajları da var… Uche, “Burada bir aradayız ve şehir merkezine de tek toplu taşıma ile gidebiliyoruz” ifadesini kullanıyor.

“Bir kadın olarak burada olmak nasıl” diye soruyorum. “Ah” diyor Ada: “Kadın olmak her zaman ve her yerde zor! Bakışlar beni bazen rahatsız ediyor. Fiziksel tacize uğradığım zamanlar oldu ve çok korktum. Siyah kadınlara seks işçisi önyargısı yaygın.”

Peki ya ırkçılık? Ada, “Evet, Avrupa’dan daha iyi ama kesinlikle var” diyor ve ekliyor: “Örneğin otobüste oturduğumuzda sanki biz bedava binmişiz ve hak etmiyormuşuz gibi davranıyorlar.”

İlk atasözünü de bu otobüslerde öğrenmiş: Dağdan gelip bağdakini kovmak! Ona göre Afrikalılar devlete yük olmuyor. “Biz para almıyor ve sağlık ve eğitimden ücreti karşılığında faydalanıyoruz, ekonomi üretiyoruz” diyor.

Bavul ticareti Nijeryalılar arasında yaygın. Üç senedir okulu bittiği halde vizesini uzatmak için kaydını yeniliyor, oturum izni verilmiyor. Bu belirsizlik onu yormuş. “Part time” değil, “full time” bir iş arıyor. İş bulamamasının bir nedeninin de ırkçılık olduğu kanısında. Evlerinde tabu, dart, scrabble gibi pek çok ev oyunu var. Öncesinde ve sonrasında gittiğimiz evlerde de bunu görüyoruz. Gene hemen her evde basit birkaç spor aletleri bulunuyor. Anlıyoruz ki daha çok evde ve bir arada zaman geçiriyorlar.

TOGOLU ROMEO’NUN ÖLÜMÜ

Kamusal alan kullanımları daha az olduğu, dil bariyerine takıldıkları ve daha bekar erkek toplulukları oldukları için entegrasyon süreçleri diğer göçmen gruplara göre daha yavaş. Biraz da korkuyor, çekiniyorlar. Esenyurt’ta yakın zamanda bir telefon kavgasında öldürülen Togolu Romeo’nun adı daima dillerinde. “Burada kimsesizler mezarlığına gömülmek istemiyoruz” diyorlar. Erkeklere uyuşturucu satıcısı ya da bulaşıcı hastalık taşıyıcısı gibi bir önyargı daima var. Onlarda bu önyargıları şimdilik aşamadıkları için daha içine kapanık yaşıyorlar. Böylesi bir yaşamın ve bölgede yoğunlaşmanın doğal bir sonucu olarak bu mahallelerde kendilerine ait kafeler, barlar, bilardo salonları, kuaförler, marketler açmışlar. Müslüman olanları Cuma günleri camileri kullanırken, Hristiyan olanları ise kiraladıkları apartman dairlerine kiliselere çevirmiş.. Kiliseleri pek çok kez şikâyetler üzerine kapatılmışsa da dernek adıyla dairleri kiralayıp kilise açmaya devam etmişler. Şu anda bizim erişebildiğimiz kilise sayısı dört. Onlar kentin siyah göçmenleri, kendilerine ait eğlence anlayışları, kültürleri ve yaşam biçimlerini binlerce kilometre uzata sürdürmeye devam eden insanlar… Onlar Esenyurt’a onlarca renk katanlar…