Endüstriyel tarım sektörüne karşı bir şey yapılmadığı ve sola yönelik savaşın dirençle karşılaşmaksızın devam ettiği durumda, BM’deki açlığı bitirmeye dair tatlı retoriğinin hiçbir anlamı yok

Eşitsizlik işte böyle açlığa dönüşüyor

Vijay Prashad - Tarihçi

Ahmedabad’ın kenar mahallelerinde sıcak bir gündü. Otobüs durağında bir grup kadın ve erkekle karşılaştım. İş bulmak için Hindistan’ın bir yerinden diğerine sürüklenen bir grup geçici işçi… Gucerat eyaletinde bulunan Ahmedabad’ın nüfusu 6 milyonu buluyor, bu sayının 1,5 milyonu göçmen. Hükümetin sağladığı resmi verilere göre, Hindistan’da 139 milyon iç göçmen var. Bu iyimser bir hesaplama.

Kırsal alandaki sıkıntılar bu erkek ve kadınları kente getirmiş. Burada hayatları inşaat, hafif imalat ve ev içi hizmet işlerine bağlı. Göçmenlerin pek çoğu, her gün iş bulmak için mücadele ediyor. İçlerinden biri; “Açlık” diyor, “kafamızın içindeki daimi ses.”

Eşitsizlik ve açlık
Gezegenin her köşesinde büyüyen ekonomik eşitsizliği görmezden gelmek imkânsız. Görgüsüzlük moda; yoksullar, geçimleri için dünyayı tırnaklarıyla kazırken, zenginler büyük miktarlarda varlık biriktiriyor. İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın bu yıl yayınladığı veriye göre, sadece 42 zenginin serveti, tüm dünyadaki 3,7 milyon yoksulun toplam varlığına eşit.

2017’de, dünya halkları tarafından üretilen zenginliğin yüzde 82’si, en zengin yüzde 1’in banka hesaplarına gitti. Bu eskiden kalma bir sorun değil, kapitalizmin yapısından doğan güncel bir sorun: Ürünler ve hizmetler toplumsal şekilde üretilir, fakat kâra bireysel şekilde el koyulur. Ve bu kâra gittikçe daha az el değebilir. Daha az kavranan şey, artan eşitsizliğin sadece yoksulluğu değil, açlığı da şiddetlendirdiği.

Savaş ve iklim değişikliğinin insanların gıdaya erişimine engel olduğu doğru. Hava bombardımanlarının ya da yükselen suların ardından açlık geliyor. Fakat, açlığı normal hayatın parçası; yoksullaşanların kafalarındaki daimi ses haline getiren eşitsizlik ve yoksulluk sorununa odaklanmak daha da önemli.

Yoksulluk üzerine veriler, duyarlı herhangi bir kişiyi düşündürmeli. Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Bankası (DB) yoksulluk rakamlarını takip ediyor. Analizlerin yöntemi üzerine tartışma her zaman var. Ama dünya halklarının yarısının -3 milyar kişiden fazlası- günde 2,5 dolardan, yani yoksulluk sınırından daha azıyla yaşadığı konusunda neredeyse bir fikir birliği mevcut. Bu kişilerden en az 1,3 milyarı günde, aşırı yoksulluk seviyesi olan 1,25 dolardan daha azıyla yaşıyor. Dünyanın bu kısmında açlık, hayatın normal bir parçası. DB’ye göre, gıda fiyatları yükseldikçe açlık artıyor. 2010’da sadece gıda fiyatlarındaki yükselme 44 milyon kişiyi açlığa mahkum etti. UNICEF’in hesabına göre, her gün 22 bin çocuk yoksulluk nedeniyle, bir çoğu da yetersiz beslenme ve açlıktan ölüyor.

Kırsaldaki yoksulluk
Yoksulların çoğu kırsal alanlarda yaşıyor, diğerleri de kırsal alanlardan geçim arayışı içinde kentlere gelen büyük kitlelere katılıyor. Kırsal alanlardaki işler ve ücretler hızla azaldı. Bunun sorumlusu, tohumdan süpermarket raflarına kadar tarım üzerinde, tekelci firmaların hakimiyeti.

DuPont, Monsanto ve SyngentaThree adındaki üç tekelci firma, küresel ölçekte tohum pazarı üzerinde hakimiyete sahip. Tahıl ticareti başka bir üçlünün; ADM, Bunge ve Cargill’in kontrolünde. İşlenmiş gıda ticaretinin çoğu ise bir avuç tekelci şirketin elinde. Her bir büyük gıda markasının sahibi yalnızca şu 10 şirketten biri: Associated British Foods, Coca-Cola, Danone, General Mills, Kellogg’s, Mars, Mondelez, Nestlé, PepsiCo ve Unilever.

Olağanüstü kâra sahip bu şirketler, toprağı işleyenleri öldürüyor. Bu firmalar, çiftçilere ve tarım işçilerine ödenen ücretlerin düşürülmesi aynı zamanda işlenmiş gıda maliyetlerinin yükselmesi konusunda baskı yaptı. Eğer kırsal alanda yaşıyor ve tarlalarda çalışıyorsanız, ne yeterince ücret alabiliyor ne karnınızı doyurabiliyorsunuz. 15 yılda, 300 bin Hintli çiftçinin intihar etmesine ve milyonlarca çiftçinin her gün çalışacak bir iş arayışında olmasına şaşmamalı.

BM 2013 itibariyle açlığı bitirmek için söz verdi. Bu görevin tamamlanma tarihi olarak 10 yıl ileriyi hedefliyor. Fakat tüm işaretler, ters istikameti gösteriyor. Basitçe, endüstriyel tarım sektörünün gücünü engellemek ya da kapitalizm kırsal alanı bir distopyaya çevirirken çiftçiler için iktisadi tesis sağlamak için bir siyasi irade yok.

“Sıfır Açlık” ifadesi, Lula tarafından yönetilen Brezilya hükümetinin kilit politikalarından “Fome Zero”yu yansıtıyor. Brezilya Lula ve İşçi Partisi (PT) iktidarında açlığı neredeyse tamamen yok etti. Lula’ya oligarşinin ve onun batılı müttefiklerinin kör edici nefretini kazandıran bunu başarmak için yürüttüğü politikalardı. PT’ye karşı “Hukuki darbeyi” yürüten egemen blok şimdi açlığın artışını yönetiyor.

Endüstriyel tarım sektörüne karşı bir şey yapılmadığı ve sola yönelik savaşın dirençle karşılaşmaksızın devam ettiği durumda, BM’deki açlığı bitirmeye dair tatlı retoriğinin hiçbir anlamı yok.

İki yol
İnsanlığın önünde iki yol var. Biri giderek daha fazla insanın açlığın pençesine sürüklenmesi ve hayatta kalabileceğine inandığı yerlere göç etmesiyle gelen yok oluş.

Endüstriyel tarımın açgözlü şekilde büyümesi, çiftiler ve tarım işçileri için devletin alternatif bir kuruluş sağlama inisiyatifinden yoksunluğu, gıda fiyatlarında enflasyon; tüm bunlar daha fazla çiftçi intiharına, daha fazla göçe, daha fazla yıkıma yol açacak. Bu aynı zamanda gıda isyanına; gıda fiyatları yükseldiğinde patlak veren başkaldırıya yol açabilir. Bu tür başkaldırıların Mısır’da ekmek isyanından Haiti’deki yakıt isyanına kadar pek çok örneği var. Bu isyanların muhakkak alternatif tarihin kapısını aralaması gerekmez. Bunlar sıklıkla, çaresiz insanların tarih onların etrafını sarmadan aldığı son nefestir.

İkinci yol yeni bir tarihe doğru götürüyor. Geçen hafta, Yeni Delhi’de, solun örgütlediği iki büyük yürüyüş gerçekleşti. İlki 4 Eylül’de, kadınları kentte buluşturdu. Talepleri iş ve onur; kadına karşı şiddetin ve açlığın son bulmasıydı. Eylemlerin ikincisi, endüstri ve tarım işçileriyle birlikte çiftçileri kentte buluşturdu. Kalabalıkta yerini alanların birçoğu 4 Eylül’deki yürüyüşe de katılmıştı. Aşağı yukarı aynı şeyi talep ettiler, devlete, fiyatları kontrol etmesi ve Hindistan tarımı için yeni bir taban oluşturması yönünde baskı yaptılar.

Tarım işçileri ve çiftçiler basit bir soru soruyor: Devletin, toprağı işleyen ve tekelci firmaların akıl dışı yıkımıyla karşı karşıya kalan işçilere; toprak, kredi ve adil fiyat sağlaması gerekmez mi? Açlığı bitirecek olan ne? Ne BM’nin boş sözleri ne de tekelci firmaların kırsala doğru genişlemeleri. Sorumluluk halk hareketlerinde, yavaşça büyüttükleri politik güç, açlıkla ilgili tartışmanın koşullarını değiştirmeli.

Tarımın ritmini kavrayan bir ekonomik politikanın ortaya konulmasındansa verimin ve pazarın sabitlenmesi (ki bunlar tekelci firmaların gücünü örtmek için kullanılan şifreli sözcükler), ancak büyük firmalar için kâr üretebilir, halk için gıda değil…

Açlık; yoksulun kafasındaki o daimi ses, susturulmalı. Açlığın hakimiyetiyle barışabilenler, sadece insanlıklarını kaybetmiş olanlardır.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif