İki hafta önce bu köşede The Wall Street Journal’ın Facebook içinden sızan belgelere dayanan araştırmacı gazetecilik dosyasını nasıl okumamız gerektiğine dair yorumlarımı paylaşmıştım. İlerleyen günlerde tüm dünyada gözlerin Facebook’a döndüğü ilginç gelişmeler de oldu. Birincisi; bu belgelerle ilintisiz bir şekilde Facebook 6 saate yakın süren bir çökme yaşadı; Instagram ve Whatsapp’ın da dahil olduğu tüm Facebook şirketlerinin hizmetlerinde kesinti oldu. Bir gün öncesinde The Wall Street Journal dosyasının da ana kaynağı olan ve başlangıçta ismi gizlenen Frances Haugen, CBS News’in 60 Minutes isimli programına katılarak kimliğini açık etti. Hemen ardından Haugen yine geçen hafta içinde, Senato önünde de ifade verdi. Haugen, Türkçeye ‘Doğruluktan Sorumlu’ olarak çevirebileceğimiz bir birimde ürün yöneticisi olarak çalışmıştı. Yani Haugen’i şirketten ayrıldığı için intikam adına böyle konuşuyor diye basitçe özetleyemeyiz. Çünkü şirketteyken de işi, zaten bahsettiği sorunları işaret etmek ve düzeltmeye zorlamakla ilgiliydi.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda hem Haugen’ın kimliğini açık ettikten sonra söyledikleri üzerine düşünmek hem de iki hafta önceki yazıda giremediğim bazı detaylara girmek istiyorum.


HAUGEN SENATODA NE DEDİ?

Frances Haugen, senatodaki konuşmasına, neden orada olduğunu açıklamakla başladı: “Bugün buradayım çünkü Facebook ürünlerinin çocuklara zarar verdiğine, kutuplaşmayı körüklediğine ve demokrasimizi zayıflattığına inanıyorum.” Net bir özetti. Devamında ise “Daha güvenli, daha konuşma özgürlüğüne saygılı, daha eğlenceli bir sosyal medya mümkün. Facebook’un değişebileceğine inanıyorum ama bunu kendi başına yapamayacağı açık.” demişti ki, bu kısmına katılmakta biraz zorlanıyorum. Evet söylediği gibi bir sosyal medya mümkün olabilir belki ama şahsen bunu Facebook gibi tröst oluşturacak şekilde yapılanan şirketlerin yapabileceğine inanmıyorum. Nedenlerini iki hafta önceki “Son sızan Facebook dosyalarını nasıl okumalıyız?” başlıklı yazıda ifade etmiştim. Konunun bu kısmına katılmamam, Haugen’in Facebook işleyişiyle ilgili diğer söylediklerinin önemini asla azaltmaz elbette. Örneğin; Haugen algoritmik sıralamayı kaldırmanın tek başına sorunları çözeceğini de umuyor. Finalde tekrarlayacağım üzere buna da katılmıyorum.

HAUGEN’İN ANA VURGUSU NEREYE?

Haugen’in hem 60 Minutes programındaki hem de Senato’daki konuşmasının omurgasını, “algoritma” eleştirisi oluşturuyor. Konuya yabancı olanlar için bunu, platformdaki her bir kullanıcının, kendisine özel önceliklendirilmiş bir akış (timeline) görmesi olarak açıklayabiliriz. Haugen, etkilişime ve katılıma dayalı algoritmaların bu sorunları daha da büyüttüğünün altını çiziyor ki, verdiği örnekler dehşet verici: Instagram’da algoritma, beden algısıyla ilgili sorunları olan gencin bu zaafını hissedip, sürekli anoreksiya (bir beslenme bozukluğu has talığı) içeriğine maruz bırakabilir diyor örneğin.

Dolayısıyla algoritma kullanmak, bu algoritmaların şeffaf olmaması ve dahası etik sınırlarının bile doğru düzgün çizilememesi büyük bir sorun. Bu öyle büyük bir sorun ki, sadece bireylerin psikolojisini bozmuyor, toplumu da etkiliyor. 2020 yılında yine The Wall Street Journal’ın yayınladığı bir haberde* bahsi geçen bir şirket içi sunum, aşırılık yanlısı Facebook gruplarına katılımın yüzde 64’ünün algoritmik öneri araçlarından kaynaklandığı ortaya çıkmıştı. Haugen’in 60 Minutes programında dillendirdiği yeni iddiaya göre; Facebook, geçen yıl ABD Başkanlık seçimlerinin ardından 6 Ocak’ta seçimi sonucunu tanımayarak yapılan Kongre Baskını öncesi, yanlış bilginin düzeltilmesiyle ilgili standartlarını gevşetmiş. Bu iddia da Facebook’tan gelecek savunmayla birlikte enine boyuna tartışılacaktır.

‘WHISTLEBLOWER’LAR NEYE YARAR?

İngilizce’de ‘whistleblower’ diye bir kelime var. Üzerine fazla düşünmezseniz ‘muhbir’ veya ‘ispiyoncu’ diye çevirebilirsiniz. Türkçeye ‘bilgi uçurucu’ diye çevirme denemeleri de olmuş. Ancak bu çevirilerin hiçbiri kelimenin tam karşılığı olamıyor. Çünkü ‘whistleblowing” işi muhbir kelimesinin Türkçede üstlendiği olumsuz anlamlardan biraz daha farklı, daha olumlu bir anlama geliyor. Yani kamu çıkarı veya şirket içi denetimi ve işleyişi düzeltmek için yapılan ihbarları kapsıyor. Ekşi Sözlük’te ‘csexpert’ takma isimli bir yazar, “meşru ihbar” karşılığını önermiş ki bugüne kadar duyduğum en mantıklı tanımı bu. İngilizce kullanan basın, Frances Haugen’i ‘whistleblower’ olarak tanımlıyor. Bizim bilmemiz gerekense Haugen’in ilk meşru ihbarcı olmadığı ve son da olmayacağı. Bu tarz ifşaatlar geldikçe konunun tüm tarafları aydınlanıyor. Tüm işaretler, sorunun tek tek şirketlerle ilgili olmadığını gösteriyor. Son haftalarda bu köşede sık sık altını çizdiğimiz üzere, sorun merkezileşme; yani internetin üç beş platforma indirgenmesi, o platformların olağanüstü güçlenmesi ve insanların internette sosyalleşmek için bu ağlara neredeyse mecbur kalması.

*https://www.wsj.com/articles/facebook-knows-it-encourages-division-top-executives-nixed-solutions-11590507499