Zamanın önü ve arkası vardır.’ diye yazıya başladığımda birçok okurdan; “Ne var bunda, tersini söyleyen mi var? Bilmediğimiz bir şey söyle!” yollu çıkışları duyar gibiyim

‘Zamanın önü ve arkası vardır.’ diye yazıya başladığımda birçok okurdan; “Ne var bunda, tersini söyleyen mi var? Bilmediğimiz bir şey söyle!” yollu çıkışları duyar gibiyim.

Hepimiz zamanın evveli ve sonrası hakkında hemfikiriz. Neredeyse her gün ‘dün’ ve ‘yarın’ sözcüklerini kullanırız. Ancak çoğunlukla bugünü değerlendirirken dün ve yarın yokmuş gibi davranırız.

Hafta içinde güneşin batma eğilimine girdiği saatlerde birkaç gençle sohbet ediyoruz. İki gün içinde kırka yakın kişi sokak çatışmalarında ölmüş. Gazeteler, televizyonlar, sosyal medya ortamında uçuşan görüntü ve sözcüklere bakılırsa ortalık yangın yerine dönmüş. Pek çok kişide olduğu gibi gençlerde de aynı soru;

“Ne oluyoruz, bu gidiş nereye?”...

Kimi yoruma göre “mezhepçi faşizm” kimi yoruma göre “Türk-İslam sentezine kayma eğilimli” bir AKP’den söz ediledursun,. AKP faşizminin giderek tırmandığı günlerden geçtiğimiz bir gerçek. Baskı ve zulüm her geçen gün ivme kazanmakta.

Dövüşerek ölenlerin ve de bugünden yarına dövüşüp direnenlerin değiştirmek istediği yıllara sari bir durum bu aslında. Yani, salt bugüne özgü değil. Bugün, iki günde kırk kişinin ölümünden söz ederken günde kırk elli kişinin öldüğü yetmişli yılların faşizmini hatırlamamak olası değil. Bugün birleşik muhalefetten, direniş cephelerinin oluşturulmasının gerekliliğinden söz ederken o günlerin sokaklarında direniş komitelerini anımsamamak olası değil.

Sözün özü bu coğrafyada baskı ve zulüm süreğen hale gelmiş olup ezilenler cephesinde ve ezenler cephesinde simalar değişmekte ancak. Emperyalist-kapitalist cephe kötü suratın zamanla yıprandığı, eskidiği gerçeğinden hareketle sık sık surat yenilemekle, kitlelere eskiyi unutturma ve yeni umutlar aşılamakla günü kurtarma yolunu seçiyor. Belli oranda bunu beceriyor da.

İşte bu günlerde bir rezil surat; suratından, paçasına rezillikler akıtarak ısrarla ortalıkta dolaşmakta. Vadesinin dolduğuna kendisi inanmasa da sistem artık buna inanmakta. Rezil surat yapılan uyarıları kendi üzerine almamakta ısrar ediyor. Ancak hem içeride hem dışarıda zemin giderek altından kayıyor ve kaydıkça da hırçınlaşıyor. Sık sık arıza veren, giderek daha çok bakım masrafı çıkaran eski bir araba gibi. Artık kendisini ikinci el piyasası bile kabul etmiyor. Sistem her geçen gün bu kötü aracı yenileme sinyalleri veriyor. En son Deloitte’de bu kervana katılıp, “Türkiye’nin yeni bir makro hikâyeye ihtiyacı var!” diyerek görüş belirtti.

Başta ABD olmak üzere emperyalist sistem savaş ortamından beslenmekte. Yerküre üzerinde savaşsız bir ortam onun ölümü anlamına gelmekte. Üstelik bu savaş ortamı kapsayıcı ve süreğen olmalı ki tedirgin olmadan beslenebilsin. Belki de bu yüzden, Michael Vlahos “Tarih uyarısını yapıyor: ABD-Çin arasında bir savaşın eli kulağında” adlı makalesinde; “Amerikan donanması uzun vadeli bir düşman istiyor. Tıpkı soğuk savaş döneminde Sovyetlerle olduğu gibi...” demekte ve küresel yeni hikâyelere işaret etmekte. Ve belki de bu yüzden -savaş yaratma becerinden dolayı- Türkiye’de bu eskimiş, her an arıza çıkarmaya meyilli arabaya hâlâ ihtiyaçları var. Şimdilik uyara, onara bu arabayı kullanmayı sürdürseler de yeni hikaye arayışları kendini ayan beyan belli ediyor. Yakın tarihte, eski sömürü düzeni yeni bir hikâye ile yoluna devam edecek gibi gözüküyor.

Öte yandan, yeni hikâyelere karnı tok olanlar, onların zulüm düzenlerine karşı sokaklarda, meydanlarda olmaya devam ediyorlar. Bütün tehditlere rağmen sinmeyip geçen pazar Ankara’da Sıhhıye Meydanı’na çıkanlar gibi..

Mesajları gayet açık ve net;

“Biz eski hikâyenin boyansa da yaldızlansa da yine eski hikâye kalacağının bilincinde olup uzun soluklu romanımızı yazmaya devam edeceğiz!..”