Merkez Bankası’nın son 2 başkanı görev süresini dolduramadı. Son başkanın ise parti üyeliği bulunuyor. Bu sürecin en yakın tanıklarından biri eski Merkez Bankası başekonomisti Hakan Kara ile hem Merkez Bankası deneyimini hem de ekonomik gidişat hakkında konuştuk. Kara, “Merkez Bankası faizinin kısıtlanması son 10 senede ülkeye bütün jeopolitik ve küresel risklerden daha fazla zarar verdi” ifadelerini kullandı.

Eski Merkez Bankası Başekonomisti Hakan Kara: Fiyat istikrarı en doğal vatandaşlık hakkımız

OZAN GÜNDOĞDU | @ozngndgdu

Merkez Bankası’nda(MB) yaklaşık 5 yıldır sular durulmuyor. Son iki başkan görev süresini dolduramadı, şimdiki başkan ise teamüllere aykırı biçimde parti üyeliği bulunan bir isim. Bu sürecin en yakın tanıklarından biri Merkez Bankası’nda “Başekonomistlik” görevini sürdüren ancak 2019 yılının Ağustos ayında, eski Başkan Çetinkaya’nın ardından görevine son verilen Hakan Kara. Kara, şimdilerde bir yandan Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde ders verirken bir yandan da ekonomik gelişmeleri yakından takip etmeye devam ediyor. Kendisiyle hem Merkez Bankası’ndaki görevi hem de ekonomik gidişat hakkında konuştuk.

►Merkez Bankası Başekonomisti sıfatı kulağa etkileyici geliyor. Ancak bu kişinin tam olarak hangi vazifeyi üstlendiği bilinmiyor. Siz MB Başekonomisti’yken göreviniz neydi? Başekonomistlik bir icra makamı mı yoksa bir danışma makamı mı?

Dünyada merkez bankalarında başekonomist unvanının yeknesak bir tanımı bulunmuyor. Örneğin Avrupa Merkez Bankası’nda icracı bir yönetim kurulu üyesi başekonomist olarak adlandırılırken İngiltere Merkez Bankası’nda bu unvanı parasal analiz birim başkanı ve para politikası kurulu (PPK) üyesi kullanmakta. Fed’de ise bildiğim kadarıyla böyle bir ünvan yok. Bizim durumumuzda icracı bir görev tanımlanmamıştı. Bazı somut görev tanımları vardı ama içini doldurmak kişiye de bağlıydı. Başkanlar değiştiğinde ihtiyaca göre başekonomiste farklı ek sorumluluklar verilebiliyordu. Örneğin son üç yılımda bir nevi Başkanın danışmanı gibi çalışırken bunun yanında tüm birimlerle koordineli şekilde iç ve dış yatırımcılarla teknik görüşmeleri yürütmekle görevliydim. Ayrıca araştırma gündeminin tasarlanması, para politikası kararı metinlerinin oluşturulması, temel raporların ana mesajları, TCMB blog yazıları ve akademik dergi editörlüğü, Başkanın kritik konuşmalarının yazılması ve önemli iletişim sunumlarının tasarlanması gibi görevlerim vardı. Yıllar içinde görev tanımları ihtiyaca göre değişebiliyordu. Değişmeyen tek şey araştırma ve para politikası birimi ve PPK ile eşgüdüm halinde temel politika metinlerinin taslağını hazırlama göreviydi. Faiz kararını alma konusunda ise Başekonomistin herhangi bir yetkisi yoktu.

►2019’da başkanın görevden alınmasının ardından siz de görevden uzaklaştırıldınız. Görevden alınma sürecinizi anlatabilir misiniz? Ayrıldığınıza hiç pişman oldunuz mu?

Kurum içinde olanlarla ilgili konuşmayı kamu etiğine uygun bulmam; ancak genel yaklaşım konusunda akademisyen olarak fikrimi rahatlıkla ifade edebilirim. Her zaman savunduğumuz konu fiyat istikrarının daha fazla ciddiye alınması yönündedir, hala da öyle. Yüksek ve oynak enflasyonun birçok yapısal sorunu beslediğini düşünüyorum, bunun için de merkez bankasının temel aracını kendi inisiyatifiyle kullanabilmesinin önemine her platformda bıkmadan usanmadan vurgu yaptım. Sonunda da zaten fiyat istikrarını arka plana alan, makro bakıştan yoksun, kısa vadeli çıkarlar üzerine odaklı ve ekonomiye ciddi tahribat veren bir stratejiye geçilme sürecinde 2019 Ağustos’unda hiçbir gerekçe verilmeden görevden uzaklaştırıldım. Bu kararın kurum içinde alınmış bir inisiyatiften ziyade dışardan gelen bir talimatla alındığı bana hissettirildi. Ne kadar doğru bilmiyorum. Belli ki kurgulanan bu yeni dünyada bize ihtiyaç kalmamıştı. İyi ki bir şekilde ayrılmışım. Sonrasında öyle akıllara durgunluk veren bir politika bileşimi uygulandı ki dışarda olduğuma her gün şükrettim. O dönemde görevden alınmış olmak ömür boyu şerefle taşıyacağım bir nişandır.

►Yaklaşık 5 yıldır hükümet ile Merkez Bankası arasında faizler konusunda bir gerilim yaşanıyor. Bu gerilimin ülkenin sırtına yüklediği maliyetler açık. Ancak sizce hükümet düşük faiz talebiyle/baskısıyla eski-merkez-bankasi-basekonomisti-hakan-kara-fiyat-istikrari-en-dogal-vatandaslik-hakkimiz-812369-1.temelde neyi amaçlıyor? Sadece büyüme hızını artırmak mı? Yoksa sizin gözlemlediğiniz bir başka sebep var mı? Sadece büyüme hızını artırmaksa Türkiye gibi bir ülkede faizlerin düşmesi büyüme hızının artmasında yeterli olur mu?

Belki şaşıracaksınız ama bu konularda bazı hususları anlamakta ben de güçlük çekiyorum. Rasyonel düşünce çerçevesinde anlaşılabilecek bir durum değil. Merkez bankasının araç serbestisinin zımnen de olsa sınırlanması enflasyonla mücadeleyi epey zorlaştıran bir faktör. Söz konusu ısrar son 10 senede ülkeye bütün jeopolitik ve küresel risklerden daha fazla zarar verdi. Bu yaklaşım küçük şirketler ve ihracatçılar gibi kesimlere kısa vadede faydalı gibi görünse de orta ve uzun dönemde kazananı yok. Hatta siyasiler bile olumsuz etkilenmekte, çünkü gelir dağılımı bozuluyor, yoksulluk ve belirsizlik artıyor. Yüksek enflasyonla yaşayıp da istikrarlı büyüme sağlayabilmiş dünyada tek bir ülke dahi yok. Belli bir eşikten sonra uzun vadede büyüme ve enflasyon arasında ters yönlü bir ilişki var. Daha da önemlisi yüksek enflasyon ortamında büyümenin kalitesi düşüyor, refah etkisi azalıyor. Dalgalı kur rejiminde sermaye hareketleri serbestken merkez bankasının aracını kısıtlamak bindiğiniz dalı kesmektir. Enflasyonla mücadelede kendi elini zayıflatmayı rasyonel gerekçelerle açıklamak mümkün değil. Rasyonel olmayan açıklamalara da benim aklım ermiyor.

►Sizce bu süreçte temel sivil aktörler üzerine düşeni yapıyor mu?

Toplum olarak, fiyat istikrarı olan bir ülkede yaşamanın en doğal vatandaşlık hakkımız olduğunun bilincine varmamız önemli. Bunu daha güçlü talep etmemiz gerekiyor. Özellikle sesini duyurabilen iş grupları, dernekler ve odaların bu talebi en üst kademeye doğrudan yapması önemli. Şirketlerimiz düşük faiz talep ediyor, istikrarlı kur talep ediyor ancak bu ikisini bir arada kalıcı sağlayacak olan fiyat istikrarını dile getiren şaşırtıcı derecede az. İlgili paydaşlar talep etmeyince de siyasilerin enflasyon sorununu çözme konusunda yeterince motivasyonu olmayabiliyor. Son dönemde farkındalık biraz daha arttı. Kur ve enflasyon kontrolden çıkıp da toplumun önemli bir kesimi yoksullaşınca enflasyonla mücadelenin önemi daha iyi görüldü. Yine de en üst kademede hala “tek haneli enflasyon” söyleminin kullanıldığını görüyoruz. Oysa tek hane yetmez, en azından yüzde 5’lere hatta daha da aşağılara inmemiz gerekiyor. Ülkeyi yönetenlerden bunu talep etmek önemli.

►Ülke alışkın olmadığı biçimde 3 yıl içinde 3 MB başkanı gördü. MB başkanlığındaki son değişiklikle sizce ne amaçlanıyor? Murat Uysal’ın “söz dinlememe” sorunu yaratmadığı ortada. Hükümetin sözünü harfiyen dinleyen bir başkan neden görevden alınır? Yeni dönemde sizce ne amaçlanıyor?

Siyasilerin kısa vadeli kazanım elde etme motivasyonlarının uzun vadede ekonomiye verebileceği tahribatın sınırlanması için dengeleyici kurumlara ihtiyaç var. Merkez Bankasının işlevlerinden biri de budur ve işin doğası gereği belli bir kurumsal özerklik gerektirir. Boşaltılan merkez bankası rezervlerinin ekonomiye verdiği zararı gördükten sonra bu ülkede yaşayan herkesin bu konunun ne kadar kritik olduğunu anlamış olduğunu umuyorum. Dolayısıyla liyakatli ve ülkesinin uzun vadeli refahını gözeten bir merkez bankacı için gerektiğinde “söz dinlememek” işin tabiatında olmalıdır. Ancak son yıllarda gördük ki söz dinlemeyen gidiyor, söz dinleyen de başarılı olamıyor. Demek ki sistemin gözden geçirilmesi lazım. Şu anda sisteme ne oldu tam bilemiyoruz, bunu zaman gösterecek. En azından bazı kritik oyuncular değiştirildi. Kaleci ve santrafor değişti fakat diğer birçok kilit oyuncu hala sahada.

En önemli değişiklik ise sanki oyunun kurallarında yapılmaya çalışılıyor. Yeni dönemde verilen ilk sinyaller yaklaşım olarak bir önceki dönemden farklı. Örneğin son haftalarda daha iletişime açık ve atılması gereken adımları en azından şu aşamada atabilen bir merkez bankası gördük. BDDK da kısmen topa girdi. Tabii şunu da dikkate almak lazım. Bu aşamada yapılanlar nispeten işin daha az zahmetli kısmını yansıtıyordu. Finansal kesim ve para politikalarındaki sonraki adımlar ve bununla bağlantılı iletişim daha önemli. Araç serbestisi konusunda iç ve dış yatırımcıların ikna olması zaman alacak.

►Önümüzdeki aylarda enflasyonda baz etkisi avantajı bulunmuyor. Bu aralar enflasyonun yüzde 12’lerde olduğu biliniyor ancak kurun bu seviyelerde gitmesi halinde 2021 yılının bahar aylarında enflasyonun yüzde 14-15’lere gitmesi de mümkün. Bu haliyle düşünüldüğünde sizce para politikasındaki gerçekçi faiz artışı ne düzeyde olmalı? 19 Kasım’daki PPK toplantısındaki 475 bps’lik artışın ilerleyen dönemde devam edeceğini düşünüyor musunuz?

Şu anda en çok ihtiyacımız olan şey güven ve itibar. Yıllardır aşınan itibarı geri kazanmak için merkez bankasının çok net, kararlı ve temkinli gitmesinde fayda var. Faizin seviyesine karar verirken şöyle düşünmek lazım. Enflasyon kısa vadede ılımlı-kötü bir senaryo altında hangi seviyeye gider, bu durumda makul reel getiri sağlayacak olan faiz oranı nedir? Şansımız yaver gitmezse enflasyonun 2021 bahar aylarında yüzde 15’lere doğru gitmesi mümkün. Bütün bunları dikkate alınca Aralık’ta faizi mesela yüzde 17 düzeyine çekip altı ay burada sabırla durmak riskleri azaltma bakımından faydalı olurdu. Peki bu yapılabilir mi? Ekonomi yavaşladıkça Merkez Bankasının eli 19 Kasım’daki kadar rahat olmayacaktır. Yine de sıkı durmanın faydası maliyetini fazlasıyla aşıyor ve bunun farkında olduklarını düşünüyorum.

►Faiz artışının kuru baskılayarak ekonomi yönetimine zaman kazandıran bir önlem olduğu biliniyor. Ancak kur düştükten sonra herhangi bir önlem alınmayınca yeniden dalgalanmaya başlıyor. Hatta halk arasında “dolar gördüğü yeri unutmaz” gibi bir deyim de yerleşmeye başladı. Sizce döviz kurundaki bu hareketi istikrarlı hale getirmenin yolu nedir? Sadece MB politikası yeterli mi? Değilse ne lazım?

Tabi ki para politikası tek başına yeterli değil ama çok çok önemli. Gerçi para politikasının yeterliliğini kendi elimizle zayıflattığımızı tekrar vurgulamak lazım. Temel aracını kullanma konusunda kısıt yaşayan bir parasal otoritenin güven vermesi ve başarıya ulaşması çok zor. 19 Kasım kararı şeffaflık, öngörülebilirlik ve güvenin sağlanması bakımından ilk adım oldu. Devamının gelmesi son derece kritik. İlk planda yeni bir sayfa açarak enflasyon hedeflerine güvenin hem eylem hem de söylemle tazelenmesi, bir miktar itibar oluşturduktan sonra da rezerv biriktirme stratejisi açıklanması gerekiyor. Bu adımları atıp merkez bankası araç serbestisi konusunu bir daha açılmamak üzere kapatabilirsek yıllardır ayağımızı bağlayan bir prangayı çözmüş gibi oluruz. Yapılır mı bu ayrı konu, ama yaparsak kesinlikle ciddi fark olur.

Öte yandan sadece para politikasının kurda kalıcı istikrar sağlamayacağı açık. Sıkı para politikasının diğer alanlarda atılacak adımlarla desteklenmesi gerekiyor. Bu dönemde sıkı para ve destekleyici maliye politikası uygun bir bileşim olur. Özellikle pandemi döneminin hasarını azaltmak ve sosyal refahı desteklemek açısından en çok etkilenen kesimlere ulaşarak daha fazla gelir transferi yapılması şart. Sosyal boyut ihmal edilirse diğer politikalar destek görmez ve kalıcı sonuç vermez.

Fakat şunu da unutmamak lazım. Para ve maliye politikası işin yangın söndürme kısmı. Güveni kalıcı olarak geri getirip TL’yi desteklemek için asıl olarak şu üç konuda ilerleme sağlamak gerekiyor. Güçler dengesini kurmak, liyakati sağlamak ve kurumların işini yapmasına izin vermek. Bunlar yapılırsa gerisi gelir.

►Son aylarda hatta haftalarda yurtiçi yerleşiklerin giderek daha fazla dolarize olduğu gözlemleniyor. DTH’ler rekor seviyelerde. Son verilere göre vatandaş hala dolar alıyor. Sizce vatandaşın algısındaki değişimi sağlamak kolay mı? Ne olursa vatandaş dolardan vazgeçecektir?

Sihirli bir yolu yok. Fiyat istikrarını ve TL’ye güveni sağlamak gerekiyor. Bugünden yarına hemen çözülecek bir konu değil. 2001 sonrasında da benzer bir durum vardı. Vatandaşın dolardan vazgeçmesi üç yıl sürdü. Başta enflasyon olmak üzere birçok alanda ciddi adımlar kazanımlar sağlandıktan sonra dövizden TL varlıklara geçildi. Şimdiki durum da benzer. Vatandaş birkaç adımla tercihini hemen değiştirmeyecektir. Bu iş sabır gerektiriyor. Doğru adımı atmak, neden attığını anlatmak, sonra sonuçlarını inceleyerek daha doğru adımı atmak şeklinde giden bir süreci sabırla uygulamak lazım.