Hafta sonu İstanbul’da ve Roma’da oynanan iki karşılaşma ve olanlar, ister istemez ezeli rekabetten kaynaklanan sansasyonel derbilerin beklentileri karşılayıp karşılamadığını bize bir kez daha sorgulattı.

Beşiktaş -Fenerbahçe maçından beklentimiz o kadar büyüktü ki, cumartesi akş amki maç yazısının başlığını“dağ karınca doğurdu“ olarak atmıştım. Fenerbahçe ve Beşiktaş maçından geriye sadece, Türkiye’de teknik direktörlerin kendi takımları sahada pek varlık gösteremeyince sığındıkları o müthiş açıklama için ortam hazırlayan “mücadele” kalmıştı. Takımlar doğru dürüst pozisyona dahi giremediler, zaten akılda da keyif verecek ataklar ve bireysel performanslardan çok, oyuncuların birbirine sertliği ve Gökhan Gönül’e yapılan meşhur dolarlı protesto kaldı. Fenerbahçe-Galatasaray derbilerinin de son yıllarda oldukça kısır geçtiğini düş ünürsek (geçtiğimiz sezonki Türkiye Kupası finali dahil son 3 derbiyi hatırlayın) hem seyir zevki hem de kalite açısından oldukça yüksek beklentilerin olduğu derbilerin çekiciliğinin giderek kaybolduğunu söyleyebiliriz. Bir hafta önceki Beşiktaş-Başakşehir maçı çok daha zengindi, topun oyunda kalma süresi yüksekti ve oyun daha hızlıydı. Derbi anlayışının temeli gereği o da bir derbiydi ancak ülke futbol tarihinin temelindeki o 3 derbiden birisi değildi elbette.

Pazar günü bir başka evladiyelik rekabet için Roma ve Lazio takımları Roma Olimpiyat Stadyumu çimlerine çıktılar. Bu derbiyi, stadyumda da olmak üzere defalarca izlemiş birisi olarak söyleyebilirim ki son yıllarda oyun kalitesinin yerlerde süründüğü yetmiyormuş gibi bir de maç içinde meydana gelen olaylar sebebiyle sahada oynanan futbol tamamen bir kenara bırakılıyor. Zaten önce Conte ardından da Allegri gibi iki önemli taktik ve diziliş ustasının görev yaptığı Juventus, ligdeki diğer rakipleriyle arasını bir hayli açmış durumda ve bir zamanların “büyük” olarak değerlendirilen Serie A takımları lig ikincisi olmak için birbirleriyle mücadele ediyorlar. Bu da sahada futbol adına bahsedecek çok şey olmadığı anlamına geliyor ve konu Derby Della Capitale olunca heyecanın ve sansasyonun yüksek, kalitenin ise oldukça düşük seyrettiği maçlar izliyoruz. Pazar günü Roma 2-0 kazanırken attıkları ilk gol Lazio defansının, ikinci gol Lazio kalecisi Federico Marchetti’nin büyük hataları sonunda geldi. Tabii maç sonunda bunlar konuşulmuyordu. İlk golün sahibi Strootman gol sonrası sahasına dönerken şişeden içtiği suyu Lazio yedek kulübesinden saha kenarına gelen Danilo Cataldi’nin suratına boca edince Cataldi buna rakibinin formasının yakasını çekerek karşılık verdi ama Strootman kendisini abartılı biçimde yere bıraktı ve rakibi kırmızı kartla oyuna girmeden saha dışına gönderildi. Maç sonu olanlar ise daha yüz kızartıcı idi. Lazio’nun Bosnalı futbolcusu Senad Lulic, maçtan önce iddialı konuşmalar yapan Roma’nın Alman futbolcusu Antonio Rüdiger için “2 sene önce Stuttgart’ta ayakkabı ve çorap satıyordu ve şimdi kendini bir şey zannediyor” çıkışı yapınca bütün tepkileri üzerine çekti. Lulic açıklamalarının ırkçılıkla alakası olmadığını ve “beyazların da sokak satıcılığı yaptığını” söylese de kendi kulübü dahi onun adına kamuoyundan özür diledi.

Arjantin Ligi’nin Avrupa’daki en büyük reklam aracı Superclasico Boca Juniors–River Plate derbisi artık eski çekiciliğinden oldukça uzakta. Bu rekabetin son yıllarda kopardığı fırtına için “abartılmış” ifadesini kullanmak çok da ağır olmayacak. Glasgow derbisi, Rangers’ın Premier Lig’e dönüşü ile tekrar ivme kazandı, ama orada da İskoçya Ligi’nin yaşadığı büyük erozyonun yarattığı problemler var. Tabii bütün bu yazdıklarımız, ilgili rekabetlerin geçmişte sahip olduğu hikayeleri ve milyonlarca insanın destek vereceği kulübü seçmelerinde büyük rol oynadığı gibi gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Ancak itiraf edelim futbolun son 20 yılda geçirdiği evrim ve topun oynandığı mesafenin giderek daralması, artık futbol üzerine kafa yormanın ve sahada oynanan futbolun ta kendisinin, etrafında dönen gürültüden çok daha önemli hale geldiğini bize gösteriyor. Bu değişimin en güzel örneklerinden birisi Bundesliga’da yaşanıyor. Bayern Münih ve Borussia Dortmund, özellikle Dortmund’un Jürgen Klopp döneminde kazandığı iki şampiyonluk sonrası Bundesliga’nın geçmişinden gelen, alışılageldik bir ezeli rekabetin parçası olmamalarına rağmen, Almanya’da 90’larda sıkça dile getirilmeye başlanan bir çekişmeye, Der Klassiker’e renk katmaya başladılar ve 2010 sonrasında Şampiyonlar Ligi finali de dahil olmak üzere bize oldukça zevkli mücadeleler izlettiler. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz değişim sonucunda ortaya çıkan rekabetler klasik derbi tanımının dışında kalabilir, ancak futbolun da bu klasiklerin beraberinde getirdiği sansasyon için fazla ciddi bir oyun haline geldiğini göz ardı etmemeliyiz.