“Liberal müesses nizam ile Salvini ve Orban gibi milliyetçi siyasetçilerin arasındaki çatışma aslında sahte bir çatışma. Milliyetçiler liberal müesses nizama ihtiyaç duyuyorlar. Liberaller halkta hoşnutsuzluk yaratan ve milliyetçileri besleyen politikaları savunurken, seçim tabanını konsolide etmek için milliyetçi ve popülist siyasilere ihtiyaç duyuyor”

Eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varufakis: Liberaller ve milliyetçiler birbirlerine ihtiyaç duyuyor

ALP KADIOĞLU

Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Yanis Varufakis, kurucusu olduğu DiEM25 (Avrupa’da Demokrasi Hareketi) hareketinin Türkiye'deki faaliyetlerine destek olmak için İstanbul'a geldi. Varufakis ile Birleşik Krallık’taki seçim sonuçlarını, Avrupa Birliği’nin geleceğini ve DiEM25'i konuştuk.

Birleşik Krallık’taki (BK) seçimlerden başlamak isterim. Siz ve kurucusu olduğunuz DiEM25 Hareketi, Jeremy Corbyn öncülüğündeki İşçi Partisi’ni destekliyordu. Seçimi BK’yi AB’den çıkarmaya (Brexit) söz veren Boris Johnson öncülüğündeki Muhafazakâr Parti kazandı. Sizce bu sonuç ve yaklaşan Brexit, AB’yi konsolide mi eder yoksa birliğin parçalanmasını mı hızlandırır?

Öncelikle BK’deki sonuçların bütün ilericiler için yıkıcı bir darbe olduğunu belirtmeliyim. Bu sonuçlar 2008’deki krizden beri dünyadaki ilerici siyasetin gerilemeye devam ettiğini de gösteriyor: Brezilya’da Bolsonaro’dan, Trump’a ve Brexit’e… Sorunuza cevap verecek olursam şunu diyebilirim: Bir taraftan son yıllardaki Brexit’e dair gelişmeler AB’nin geri kalanındaki ayrılıkçı hareketleri öldürdü. Fransa’daki Marine Le Pen artık Frexit’ten, İtalya’daki Matteo Salvini Italexit’ten bahsetmiyor. Grexit (Yunanistan’ın AB’den ayrılışı) ise zaten Yunanların projesi değildi; bize karşı yöneltilen bir tehditti. Yani bir taraftan Brexit AB’yi konsolide ediyormuş, parçalanmaya yol açan merkezkaç kuvvetlerini bitiriyormuş gibi gözüküyor ama diğer taraftan da, en ciddi yönüyle, Brüksel’deki, Berlin’deki ve Paris’teki müesses nizamın, ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kalmadığı için, kendine daha fazla güvenmesine sebep oluyor. AB’nin merkezi de değişime ihtiyaç olan bir dönemde bildiklerini okumaya devam ediyor ve birliğin parçalanmasının önünü açıyorlar. Yeniden millileştirilen kamu borçlarına bakın. Örneğin İtalya’da daha fazla kamu borcunu İtalyan bankalarınca satın alınıyor, daha fazla İspanyol borcu İspanya içinde konsolide oluyor. AB’de borçların, riskin ve kaynakların paylaşılmasının, cari açıkların ve fazlaların dengeye oturtulmasının tam aksi istikametinde ilerlemeye devam ediyoruz. AB daha birleşmiş bir görüntü veriyor ama aslında Brexit yüzünden çok daha hızlı parçalanmaya devam ediyor.

AB’NİN İKİ SEÇENEĞİ VAR

Brexit sürecinde AB’nin merkezi BK’deki Johnson Hükümeti’ni daha zorda bırakacak bir anlaşmada ısrarcı olur mu? Brüksel, AB’den ayrılmak isteyen başka ülkelere göz dağı vermek isteyebilir mi?

Bence Brüksel BK’deki 12 Aralık seçimlerinde, ilerici kanatla birlikte, büyük bir yenilgi yaşadı. Bir açıdan stratejileri geri tepti. Stratejileri tam bir felaketti: 50. Madde (bir ülkenin AB’den çıkışını ilgilendiren Lizbon Anlaşması maddesi) sürecine koyulan ek sürelerle ikinci bir referandum gerçekleşene kadar veya Brexit iptal edilene Brexit’i geciktirmeyi amaçlıyorlardı. Brexit taraftarlarının yenilgiye uğratmak ve bunu da yüzlerine vurmak istiyorlardı. Yani Brüksel ikinci bir referandum isteyen veya 50. Madde sürecini bitirmek isteyen Brexit karşıtlarının tarafını tuttu. (AB Konseyi Başkanı) Donald Tusk bu konuda çok netti: Halk’ın Oyu, yani ikinci referandum kampanyasını destekliyordu. Sonuç olarak bütün bu ihtimalleri ortadan kaldırmak isteyen Boris Johnson’ın iktidara gelmesine neden oldular. Şimdi AB’nin iki seçeneği var: Bir tanesi Britanya’ya yönelik inatçı ve çatışmacı tavırlarını sürdürmek. Eğer bunu yaparlarsa zannettiğimden daha az zeki çıkarlar. Sadece Avro Bölgesi’nin BK’yle 120 milyar avro ticaret fazlası var. Çin’de pazarlarını kaybettikleri, Alman endüstrisinde resesyonun yaşandığı bir dönemde bunu tehlikeye atmak, Londra’yla çatışmaya devam etmek oldukça saçma olur. Asıl mesele şu: AB, BK’yle gümrük vergisini sıfırlayan ve standartlar, mevzuatlar ve gümrükteki kontrollerin ortadan kaldırılması konusunda BK’ye taviz vermeyen minimalist bir ticaret anlaşması istiyor. Boris Johnson’ın bunu kabul edeceğini sanmıyorum. (AB’yle) anlaşmasız, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına bağlı, Alman endüstrisine zarar veren küçük gümrük vergilerinin olduğu bir çıkışı tercih edecektir. Sonra da pazarlıkları sonsuza kadar öteleyecektir. Bu bahsettiklerim iki ekstrem pozisyon. Belki arayı bulan bir anlaşma da gerçekleşebilir. Bunun için ise Michel Barnier’nin (AB baş müzakerecisi) temsil ettiği çatışmacı tavırdan AB’nin vazgeçmesi gerekir. Barnier iki sene önce pazarlıkların iki aşamada olacağını söylemişti, önce “bize istediklerimizi vereceksiniz, ondan sonrasını ise konuşuruz” demişti. Şimdi ise sonrasını konuşmak zorundalar çünkü 2020’nin sonuna kadar uzun dönemli AB-BK ilişkilerinin belirlenmesi gerekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Angela Merkel telefonu açmak zorundalar. Brüksel’deki müzakerecilere uzun dönemli ilişkinin detaylarını bildirmek zorundalar. Eğer bu işi teknokratlara bırakırlarsa çatışma derinleşir ve DTÖ kurallarına bağlı bir Brexit gerçekleşir. Bu da BK ile ABD arasında Donald Trump’ın koşullarını belirleyeceği bir serbest ticaret anlaşmasının ilk adımı olur. Bu hem BK için hem de AB için korkunç olur.

eski-yunanistan-maliye-bakani-yanis-varufakis-liberaller-ve-milliyetciler-birbirlerine-ihtiyac-duyuyor-662063-1.

İktidar sınıflarının ve elitlerin, Brexit gibi işçi sınıfında ayrılığa neden olan gündemleri yaratabilmesini neye bağlıyorsunuz? İlerici siyaset bu tür gündemleri nasıl aşabilir?

2016’da, Britanya’daki referandumdan önce, kahramanlarımdan bir tanesi olan Tarık Ali’yle tartışmıştım. İkimiz de hayata soldan bakmamıza rağmen tartışmada farklı görüşleri savunuyorduk. Ali solcu bir Brexit’çiydi. Brexit’in iktidar sınıfını böleceğini, Muhafazakâr Parti’ye zarar vereceğini, solun eline iktidara gelme fırsatı geçeceğini düşünüyordu. Ben ise bunun bir hayal, bir hüsnükuruntu olduğunu düşünüyordum. Muktedirler bunun bir sınıf savaşı olduğunu biliyordu. Elitler kendi aralarında çatışma yaşasalar bile tekrar bir araya gelmeyi başarabiliyorlar. İlerici siyasetin ise bölünüp parçalanmaya yönelik bir alışkanlığı var. Ben de Brexit’in Muhafazakârları birleştireceğini, ilericileri ise böleceğini, Brexit’in sağ siyasetin çıkarına olacağını savunmuştum. Aynı şekilde farklı işçi sınıfları arasında da ayrılık yaratacağını belirtmiştim. Farklı ulusların işçi sınıfları arasında ayrılıkların çıkacağını söylemiştim. Bu yüzden DiEM25 başından beri hareket özgürlüğü ve açık sınırların ilerici siyasetin gündeminde olması gerektiğini savunuyor.

LİBERALLER VE MİLLİYETÇİLER…

AB’nin dış sınırlarını kuvvetlendirerek konsolide olduğuna dair görüşler var. Hatta bu konuda AB’nin Macron gibi liberal ve Orban gibi milliyetçi politikacıları ittifak halinde gözüküyorlar. Bu konu hakkında görüşünüz nedir?

Liberal müesses nizam ile Salvini ve Orban gibi milliyetçi siyasetçilerin arasındaki çatışma aslında sahte bir çatışma. Milliyetçiler liberal müesses nizama ihtiyaç duyuyorlar. Liberaller halkta hoşnutsuzluk yaratan ve milliyetçileri besleyen politikaları savunurken seçim tabanını konsolide etmek için milliyetçi ve popülist siyasilere ihtiyaç duyuyor. Örneğin Macron’un seçilmesinin sebebi Le Pen’di. Böylece Macron’un Le Pen’e şükran borcu oluyor, Le Pen’in de Macron’a. Bu iki insan türü çok farklı olmasına rağmen aslında siyaset alanında iş birlikçiler ve farklılıkları onları birleştiren şeylerden çok daha az. Orban ve Macron’un “Avrupa’yı kaleye çevirme projesindeki” iş birliği liberal müesses nizamla milliyetçi enternasyonalin iş birliğinin bir örneği. Şunu da söylememe izin verin: AB’nin etrafına çekilen duvarlar ve güçlendirilen sınırlar birliğin merkezini kuvvetlendirmez. ABD-Meksika sınırına örülen duvarlar gibi bariyerleri yükselttiğinizde yaptığınız tek şey iki taraftaki siyaseti de ayrılıkçı politikalarla zehirlemek. AB’nin etrafına duvarlar örüp AB’nin konsolide olabileceğini düşünenler ciddi bir yanılgı içindeler.

AB’nin etrafına örülen duvarlardan biri de Birlik’in Türkiye’yle imzalamış olduğu mülteci anlaşması. DiEM25 ve sizin mülteci krizi ve bu anlaşmayla ilgili görüşünüz nedir? Kamuoyunu göçün kötü bir şey olmadığına nasıl ikna edebilirsiniz?

Bu kolay olmayacak. Halkın arasında hoşnutsuzluk olduğu dönemlerde aileler çocuklarına bakıp gelecekleri konusunda endişelenir. 2008’den sonra iyice ayyuka çıkan kapitalizmin krizinden dolayı da insanlar endişeliler. Böyle şartlar olduğunda otoriter bir politikacının başka bir kitleyi suçlaması çok kolaydır. Bu politikacılar Donald Trump gibi duvarlar örmeyi savunur. İlericiler olarak bu meydan okumaya cevap vermeliyiz. Halkı hoşnutsuzluklarının gerçek sebebi konusunda aydınlatmamız lazım ve bu sebep de mülteci krizi değil, çünkü böyle bir kriz yok. Günümüzdeki küresel göç oranlarına bakarsanız nüfusun yüzde 3’ünün göç etmiş olduğunu görürsünüz. 1960’larda bu oran neydi? Yine yüzde 3’tü. O yüzden günümüzde insanları göç konusunda endişeye sevk edecek gerçek bir sebep yok. 1991’de Sovyetler Birliği çöktüğünde ve sosyalist blok dağıldığında Yunanistan’a bir milyon göçmen geldi ama büyük bir sorun olmadı çünkü o dönem sistemik bir kapitalist kriz yoktu. Şimdi göçmenlerin sorun olarak görülmesinin sebebi günümüzde yaşanan sistemik kapitalist kriz. DiEM25 olarak bu gerçeğe dikkat çekmeye çalışıyoruz ve AB-Türkiye anlaşması gibi Türklere, Suriyelilere, Afganlara, Pakistanlılara saygısızca yaklaşan anlaşmaları reddediyoruz. Baktığınızda AB bu anlaşmayla ne yapmaya çalışıyor? Erdoğan’a milyarlarca avro ödeyerek mültecilere yönelik sorumluluklarından kaçıyor. “Sınırları açın” mesajını halka kabul ettirmek ise radikallere düşüyor. DiEM25’in tutumu hem AB’ye hem de Erdoğan’a karşı çıkmak. Biz insanların piyon olarak kullanılmasına karşıyız. Nerede olursa olsun bu prensibi savunmak zorundayız.

AB Komisyonu Avrupalı Yeşil Düzen adlı bir program açıkladı. Siz de Yeşil Yeni Düzen (Green New Deal) adlı çevreci ve eşitlikçi bir programı savunuyorsunuz. AB’nin açıkladığı program sizi tatmin etti mi?

DiEM25 olarak ilerlemeci ve ekolojik programımızı bilimsel verilerle destekledik ve seçimlerde savunduk. Bir taraftan AB’nin Yeşil Yeni Düzen’den bahsetmesi iyi bir şey ancak AB’nin bazı kavramların içini boşaltıp kullanmak gibi bir huyu da vardır. Size bir örnek vereyim. AB olarak Avro’yu kurduk ve bankacılık birliği oluşturmadık. Bu da avro bölgesi krizine yol açtı. Krizde ise bankacılık birliği kuracağız diyerek sadece ismen bir birlik kurdular ama cismen kurmadılar. Yaratılan bütün bürokrasiye rağmen hâlâ bir bankacılık birliğine sahip olduğumuz söylenemez. Birkaç yıl önce de Macron avro bölgesi bütçesi istemişti. Şimdi de sadece birkaç kuruşluk bir bütçenin oluştuğunu söyleyebiliriz. O yüzden DiEM25 olarak şüphemiz Yeşil Düzen programını gerçek bir çevreci programa sahip olmamamız ve bizi oyalamak için ilan ettiler. Bunun kanıtı da bu meseleyle ilgilenecek komisyon üyesinin, Frans Timmermans’ın, Almanya’daki kemer sıkma politikalarının sıkı bir uygulayıcısı olması. Timmermans hastanelere ve eğitime yapılan harcamaları kısmış ve paranın bankacılara akmasına onay vermişti. Şimdi bu beyefendi yüksek bir harcama oranı isteyen Yeşil Düzen’i yönetecek. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor.

DOĞU AKDENİZ MESELESİ

Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Türkiye arasında gaz sahalarının kontrolüne dair büyük bir çekişme var. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Yunanistan ve Türkiye şu an çarpışamaya doğru gidiyorlar. Yunanistan’ın İsrail’de Netanyahu’yla, Mısır’da Sisi’yle ve Kıbrıs’la Türkiye’yi dışlayarak neredeyse bütün Doğu Akdeniz’e sondaj yapmak konusunda skandal anlaşmaları var. Türkiye ise parçalanan Libya’dan artakalan bir hükümetle imzaladığı anlaşmayla buna karşı hamle yaptı. Bu meseleye DiEM olarak bakışımız ise şu: Daha fazla petrol ve doğal gazın çıkarılmasını istemiyoruz. Dünyayı yok eden fosil yakıtlarını değil yenilenebilir enerji kaynaklarını destekliyoruz. Şimdi ise istemediğimiz bir doğal kaynak yüzünden dolayı savaşa doğru gidiyoruz. Bu aptalca bir davranış değil mi sizce?

Programınız Avrupa Kalkınma Bankası ve Avrupa Merkez Bankası gibi kurumların Yeşil Yeni Düzen’e destek olması çağrısı yapıyor. AB’de olmayan Türkiye bu Yeşil Düzen’e uyum sağlamak için ne yapabilir?

DiEM’in programına baktığınızda Yeşil Yeni Düzen’in AB’yle kısıtlı kalmadığını görebilirsiniz. Bizim önerimiz şu olur: Türkiye’nin de merkez bankası var. Siz de kendi kalkınma bankanızı kurabilirsiniz. Bu kurumlar ise AB kurumlarıyla koordine olup geniş bir para havuzu oluşturabilir. Bu havuzdan da gereken çevreci yatırımlar yapılabilir. Yenilenebilir enerjiye baktığınız zaman da geniş bir enerji şebekesinin önemini görürsünüz çünkü güneş her yerde aynı zamanda olmuyor ya da rüzgar her zaman aynı yerde çıkmıyor. Bu yüzden herkes tarafından finanse edilen geniş ve entegre bir enerji şebekesine ihtiyacımız var.

Yanis Varufakis Kimdir?

1961 yılında doğan Yanis Varufakis başkent Atina’daki Moraitis Okulu’nda matematik ve istatistik eğitimi aldıktan sonra 1987 yılında İngiltere’nin köklü eğitim kurumları arasında gösterilen Essex Üniversitesi’nde ekonomi doktorasını aldı. 2000 yılına gelindiğinde Atina Üniversitesi İktisat Teorisi Profesörü olan Varufakis, 2002 yılında, Ekonomi Atina Doktora Programı Üniversitesi’ni (UADPhilEcon) kurdu ve bu kuruluşu 2008 yılına kadar yönetti. Varufakis, Yunanistan’da SYRIZA hükümetinde Maliye Bakanı olarak görev yaptı. Daha sonra yaşanılan fikir ayrılığı sonucu görevinden istifa etti.