Köşedeki boş arsaya arada pazar esnafından iki abi tezgah açıyor, brandalarını gerdirip. Onlar da işe uyanınca karpuz atmaya başladılar adamların üstünden

Eskimek zaman alır

CAN BİNALİ AYDIN / canbinaliay@gmail.com

Aslan başlı heybetli sütunları ve şimdinin bir stüdyo dairesi büyüklüğünde balkonlarıyla Irgat Han, Taksim’den Çukurcuma’ya inen hemen herkesi kendine bakmaya mecbur bırakıyordu. Küçük bekar odalarıyla dolu katlarının altında, yarım asırlık esnaflarıyla han, mahallenin bir nevi kudretli ağabeyiydi. Berber malzemeleri satan Gostivarlı toptancı, ham sacı gümüş gibi işleyen galvanizci, çay ocağı, küçük bir anahtarcı, bi’de bizim nalbur toplamda beş esnaftık. Sabah ters çevirdiğimiz meyve suyu kasalarının kimine gazete serip sofra kurar, kimine de tabure niyetine oturup kahvaltımızı yapardık. Tabii, delisiz mahalle olur mu? Bir de delimiz vardı: Süpermen Bünyamin. Sırtında, kollarını içine geçirmeden yakasını bağladığı dedektif filmlerindeki pardesüden, gün boyu oradan oraya koşuyor. Hastaneler, seanslar nafile, çocuk iyice benimsedi olayı. Baktık olmuyor, dedik belki biz ikna ederiz; ‘’Oğlum Bünyamin, sen süpermen falan değilsin,’’ dedikçe ‘’Ulan siz süpermen değilsiniz,’’ diyor. Tamam biz değiliz de, sen de değilsin be oğlum. Ne kadar anlatsak da boş.

Bir yerimiz kesilmiş olmalıydı çünkü, karada yüzen köpekbalıkları gibi etrafımızda toplanmaya başlamıştı müteahhitler. Kırk yıldan fazladır kiracısı olduğumuz, doksan dört yaşındaki

Irgat Han’ın yerine, ‘’Fransız balkonlu’’ balkonsuz evlerden yapacaklarmış. Vakıftan alabilirlerse tabii. Akşama kadar ölçüm cihazlarıyla orasını, burasını ölçüyorlar binanın. ‘’Beyefendi, rica etsem, şu ışınınızı çeker misiniz üstümüzden?’’ Onlar gözlem cihazlarını üzerimize tuttukça, Gostivarlı da radyolu fenerin spotunu onlara tutuyordu. Az buz da değil mesefasi, elli metre. Şöyle bir bakayım desen kör eder insanı.

Bizim dükkanların önüne zaten gelemiyorlar da, sağdan soldan görüntü almaya çalışıyorlar. Mahalleli durur mu? Karşı kaldırımda çalışıyorlarsa Dürdane abla, bir güzel yıkar balkonu adamların üzerlerine, ıslatır. Sıkıysa seslerini çıkarsınlar, iner aşağı süpürgeyle kovalar vallahi. Bakkal’ın önüne geçseler, Samim abi kapar peynir tenekesinden yaptığı ‘’Park yapılmaz!’’ levhasını. Onlar nerede durduysa oraya çeker, ‘’Hadi kardeşim hadi, mal gelecek,’’ diye köşe bucak kovalar adamları. Köşedeki boş arsaya arada pazar esnafından iki abi tezgah açıyor, brandalarını gerdirip. Onlar da işe uyanınca karpuz atmaya başladılar adamların üstünden. Bir de aynı karpuzu o, ona atıyor; o, ona. Mal falan dizdikleri yok yani. Her yanı bubi tuzaklarıyla doluydu mahallenin, kazma vurayım derlerse, Vietnam’ı olurdu müteahhitlerin. Baktılar olacak gibi değil, belediye başkanını iknaya getirdiler, tabii yanında zabıta ordusuyla. Katlarda kalan tantanacılar başkanı görür görmez haber saldı tüm meslek erbablarına. On dakikada otuz kişi yığıldı hanın önüne. Aman Allah’ım! O, ona bağırıyor; o, ona. Kendini yere atanlar mı dersin, kepenkeleri yumruklayanları mı... Bir telaştır aldı mahalleyi, kimin kime vurduğu belli değil. Daha ne olduğunu bile anlayamadan, korumaları bindirip aracına kaçırdılar başkanı. Şirketler şimdilik geri çekilmiş görünüyor ama, onlar, geri döneceğinden eminler biz de evimizi barkımızı terk etmeyeceğimizden. Biz burada doğduk büyüdük, diz kanattık, cam kırdık. ağaca daldık, incirden düştük. İlk sevdik, çok sevdik. Kolay mı yıkmak evimizi?