Bu yıl bulunmayı en çok sevdiğim fuar ve festival şansıma arka arkaya geldi. İkisi de kitap üzerine kurulu olduğu için en çok onları seviyorum herhalde. Çünkü kitaptan zevk almak için kitabın kendisi yeterli. Çalacak ya da oynatacak âlet gerektirmiyor. 10. Beyoğlu Sahaf Festivali ile 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın arka arkaya gelmeleri kendi içinde bir festival. Bizi çok mutlu etti ama biraz da fakirleştirdi, tabii.

Daha önce de yazmışım, özellikle kitap fuarında başını kaldırıp etraftaki bütün kitaplara, hatta nedense tavana bile bakmak insana tuhaf bir mutluluk duygusu veriyor. Belki de esas olarak bir ‘aidiyet’ duygusudur bu. Kendini oraya ait hissetmekten gelen bir sevinçtir. İyi de, ağzın kulaklara gitmesi, belli yaşlardaki insanlarda gerçekten tuhaf kaçabiliyor.

Bu yıl yayınevi temizliği nedeniyle bazı kıymetli yayınevlerimizin de yerleri değişmişti. Ama kimisi de yerindeydi. Yeni Harry nedeniyle çevresinde horoz gibi dolaştığım YKY, mesela. ON8 blog ile Günışığı’nın da misafiri sayılırdık. Hem Kutlukhan’ın Müge İplikçi ile söyleşisi vardı, hem de ON9’in blog yazarları olarak afişlerimiz konmuştu. Ben bir dehşet ânında o gün ne olduğunu bilmediğim ve mevcudiyetini unuttuğum bir söyleşim var sandım.

Başka ziyaretlerde de bulunduk. Ben şahsen Caretta’ya gittim, kavga-dövüş üç kitap aldım (para almak istemiyorlar da). Murat’ın yayınevini yeni kurduğu yılda olsa gerek, çıkardıkları ilk dinozor kitabını hiç unutamam. Sel’den, bende olmayan iki Orwell ile Canetti aldım. Bir de Bilge Sancı’nın almamı söylediği Kamil Erdem kitabı “Şu Yağmur Bir Yağsa”yı. Hemen de okumaya başladım, kesinlikle tavsiye ederim. Yetmiş yaşında ilk kitapmış. Hikâyeleri var ama...

Bir ‘kesinlikle tavsiye’ de çok sevdiğim Hüsnü Arkan’ın “Gülhisarlı Terziler”ine. Müzisyen olarak de sevdiğim Arkan’ın bu romanı karakterleri, meseleleri, özlemleri, beklentileriyle insanlar üzerine kurulu bir kitap. Fuar’ın hemen öncesinde okumuştum, imzalatmak istiyordum. Ama kuyruk çok uzundu. Öne gidip İlknur Hanıma (Özdemir) el salladım. Söyleşi vakti geldiği için bana bir kitap imzalatmasını rica ettim. Hüsnü Bey de hatırımı sordu. Beni tanıdı diye o kadar sevindim ki, ilk birkaç dakika içinde önüme her gelene bunu söylemek istedim.

Bu arada yeni yayınevi Hep Kitap ile yayın direktörü olan arkadaşımız Deniz Yüce Başarır’a da yolları açık olsun derim. Ebrucuğum, sen de hoş döndün.

Ee, n’oldu? İki satır fuardan bahsedeyim dedim, festivale yer kalmadı. Bu yıl Sahaf Festivali’ne dört kez gittim. Gezi Parkı’nın Talimhane’ye bakan tarafındaki festivalin yeri sanki daha genişti ama, doğrusu ben Tepebaşı’ndaki yerini tercih ederim. Burada da dostları ziyaret ettim. Son iki seferinde dükkânına karargâh kurduğumuz Müteferrik Sahaf “Sakallı Lütfü” (Seymen), kaybettim sanarak aradığım telefonum için çok yardımcı oldu. Eve dönüp de telefonu masanın üstünde görünce, hemen telefon edip haber verdim. Kamyon tuvaleti bile aramış.

Ege Görgün’ü geçen sefer görememiştim, Feriköy pazarındaymış. Bu sefer nasip oldu. En şaşırtıcısı Turkuaz Sahaf Emin Nedret İşli’ye uzun süre sonra orada dört seferin üçünde rastlamam. Pek memnun oldum. Girince soldan ikinci dükkânda ise, dört ciltlik Henri de Pasavan maceralarını bulmaz mıyım? Eylül Kitap Mehmet Ağkuş’a ise, orada bulduğumuz güzel kitaplar için teşekkür ediyoruz. Hatta Kamyon Tuvalet’e yakın bir dükkânda iki ciltlik Ariflerin Menkıbeleri’ni bulunca ne kadar sevindim, anlatamam. Hür Yayın’da ilk kitaplarımızdan biriydi, belki de ilk kitap.

Aslında o kadar çok ki, hangisini yazacağımı bilemiyorum. Kitaplarla geçmişe gidiyorsun, dostlarla bugüne dönüyorsun. Peki öyleyse, eski mi, yenisi mi?
İkisi de, ikisi de!...