Lise’ bir tarih öğretmenimiz vardı. Tam bir ırkçıydı

Baltacı ile Katerina
   
Lise’ bir tarih öğretmenimiz vardı. Tam bir ırkçıydı. En önemli özelliği, Prut Savaşı’nı işlerken, Baltacı Mehmet Paşa ile Katerina öyküsünü ballandıra ballandıra anlatmasıydı. Bir de, bu dünyada öğretmen olacak son kişiydi.
   
Bildik öykü; savaşın kötüye gitmesi üzerine Çariçe Katerina Baltacı’nın çadırına gelir... Sonra da Prut bataklıklarında kuşatılmış Rus ordusu ve Çar Petro kurtulur...
   
Tarih öğretmeni, Baltacı Mehmet Paşanın “baltacı” adını, sarayın baltacı ocağından yetişmesinden dolayı aldığını belki de bilmiyordu. Çünkü, baltayı, erkek cinsel organıyla özdeşleştirerek anlatırdı.
   
Bu örnekte ne arasak var; erkek egemen ve fallik yüceltici, cinsiyetçi bir bir dil ve kültür. Kadının  kötücüllüğü, bir erkek armağanı olması, ve onun fethedilecek bir nesne olması...
   
Bunları bir yana bırakalım. Paşa, yüz yirmi bin kişilik Osmanlı ordusunu, başarılı bir biçimde savaş bölgesine ulaştırmıştır. Ancak, Uzunçarşılı’dan öğrendiğimize göre (Osmanlı tarihi, 4. Cilt)  daha ilk saldırıda yedi bin kayıp verilmiş ve geri çekilmiştir. Ertesi günkü saldırı da işe yaramamıştır. Bu sırada Rus ordusu açlık çekmektedir. Yanlarında ganimet olabilecek hiç bir “ağırlık” yoktur. Askerlerin şiddetli bir Rus karşı saldırısında çözülme olasılığı vardır. Çünkü, “kefere kellesi kesmek” onlara bir şey kazandırmayacak, yenseler bile ganimet bulamayacaklardır. Bu benzeri etkenlerle, Rus’ların önerisi kabul edilir. Aslında ilk barış önerisini şüpheyle karşılayan Paşa, saldırıya devam etmiştir. İkinci kez istek gelince, bunun bir oyun olmadığını anlar... Sonrasında Karlofça Anlaşması ile yitirilen kimi yerler, kaleler geri alınır .. Paşa, Petro’ya yiyecek gönderir.
   
Öyle ya da böyle Osmanlı sultanı 3. Ahmet bir zafer kazanmıştır.
   
Padişah adına zafer kazanan bir Serdar-ı Ekrem sarayda güçlenecektir. Saray entrikaları malum. Paşanın, rüşvet ile bu işe kandığından, “Katerina’nın güzelliğinden yararlanmasına” kadar bir dizi yalanla, padişah inandırılır. Paşa, zaferin bedelini kellesi ile öder. Adet olduğu üzre, Paşa’nın halkın gözünden de düşmesi için bu saray yalanlarını sokağa yayarlar. Katerina’nın çadıra kabulü gibi, fallik kültürü okşayan söylentiler, sıfır tarih kültürüne sahip bir toplumda gerçek kabul edilegelir.

Süleyman’ın aşkı
   
Sözü “Muhteşem Yüzyıl” dizisi ile ilgili tartışmalara getireceğim. Aslında bu yöntem, günümüz magazin tarihçiliğinin bir yöntemi. Gündemdeki bir konu ile ilgili derhal tarihten bir örnekleme yapılır, “Bu işler eskiden böyleydi” denilip, sıcak gündeme tarih sosu eklenir. Bunu kendim de yaptığım için iyi biliyorum!
   
Tarih bilgisi sıfır olunca, içinde bilgi kırıntıları olan bir magazin metni, tarihsel bir metin gibi algılanıyor. Okur da  aldığı çerez bilgi ile doyuma ulaşıyor.
   
“Muhteşem Yüzyıl” dizisi de bu ortalamamıza uygun tepkilerle karşılandı.  “Yüce, büyük, dokunulmaz” padişahın putlaştırıldığına tanık oluyoruz.
   
Bir yandan, dizi bir dolu yanlışa sahip. Daha birinci bölümde, bol dökümlü kaftanlar içindeki padişah ve çevresinin başı açık hali gülünçtü. Tarihsel bir yanlış olmasının ötesinde,  görsel-esettik açıdan da yanlıştı. Bol dökümlü, şatafatlı, giyeni mitleştirici bir işlevi de olan giysiyi, baştaki kallavi sarık tamamlar. Sarık olmazsa, dizideki gibi, altta iri  kumaş yığını, tepede küçük yumurta kafalı karton karakterlere dönüşür insanlar... Ağdalı bir estetik yeğlenmeyip, karakterlerin günümüze uygun görünürlüğü için seçilen başı açıklık, acayipti doğrusu! Sokaktaki insanın derdi ise bunlar değil. “Zinhar padişahıma söz ettirmem” havasında. Aslında bunu da normal karşılıyorum. Zira bu koşullarda, binlerce kişi var ki, “Buyur padişah ol” dense, estağfurullah demeyip, yallah sarığı başına geçirecek.
   
Ben estağfurullah! diyorum. Başta başbakanların ki olmak üzere; padişahlığa estağfurullah, kulluğa ise sonuna kadar itiraz.

Haftanın Dizesi; “Durmadan birikiyor söz balçığı” (Gonca Özmen, belki sessiz, Kırkızıkedi)