“Binlerce farklı insan tarafından okunan bir kitap, aslında binlerce farklı kitaptır, insanlar aynı kitabı okumazlar.” (Tarkovski)

“Sanat insan duyusallığında, güzellik algısında sonsuza ulaşma eylemidir. (Ömer Özbek)

1. Klasik döneme ait bir tanımdır.

2. Sanatın kendisi bir güzellik aranışı değildir.

3. Sanatın kendisi daha çok bir uyum arayışıdır.

4. Sanatçı, uyumsuz kişidir ve sanatçı aslında dış dünyaya uyum sağlayamadığı için, dış dünyayı kabul edemediği için, dış dünyada hareket alanını artırmak istediği için, kendine yeni bir alan inşa etmek için sanat eseri üretir.

5. Bu anlamda sanat, normal olmayan bir insan olarak sanatçının, normalleşebilmek için, kendini topluma kabul ettirebilmek aranışının sonucunda ortaya çıkar.

6. Buna karşılık, her anormal sanatçı olmaz ve her anormalin eylemi sanatsal ya da şiirsel olmaz.

7. O zaman sanatı nasıl tanımlamak gerekir? O zaman sanatçının yaptıklarını, eserlerini nasıl tanımlarız, nasıl anlamlandırabiliriz ve nasıl yorumlayabiliriz?

8. Sanatın kökeninde doğayı kopyalamak edimi olduğunu biliyoruz. Bunu hem Antik Yunan tartışmalarından, felsefi olarak sanatı incelemek isteyen eserlerinden, hem de ilkel toplulukların sanatlarının aslında o toplumlarda işlevsel ve belirli toplumsal ihtiyaçları karşılamak için kullanılmasından anlıyoruz. Ama ilkel sanatın içinde de gördüğümüz unsur sanatın aslında dışsal dünyayı anlamlandırmak ve buna karşı gerek korunma gerekse de belirli hedeflere ulaşmak için işlev gördüğünü biliyoruz. Yapılan tüm araştırmaların ortak özelliği bu insanların bugün sanat olarak kabul edilen üretimlerinin kökeninde belirli bir şifreleme ve dünyayı kavrama sürecinin ardından dışsal dünyanın yorumlanması ve dışsal dünyanın belirli şekillerde nesneleştirilip bir dizge halinde bütünleştirilerek bir ereği gerçekleştirmek için üretildiğini görüyoruz. Öyleyse sanat ne yapar? Dışsal dünyayı nesneleştirir ve onu belirli bir şifreleme ve belirli bir anlam dizgesiyle görünür, bilinir ve tanınır hale getirir. Peki, bunun güzel ile ilişkisi nedir? İlginç olan budur, ilkel insanın aranışı kendi dizgesi içinde güzeli bulmak ve en mükemmeli oluşturmak değil, şaşırtmak ve daha çok da ihtişam duygusu üretmek üzerine kurulu olmasıdır. Bu anlamda yalın anlamıyla sanat güzeli üretmek için değil, sanatçıyı şaşırtan ve hatta onun kabul edemediği bir şeyi, bir hayret duygusunu dile getirir. Ve elbette baş edilemediğine göre, o hayret duygusunu sevmeye yönelmiş sanatçının bir edimi olarak dünyayı kendine göre ifade etmeye çalışır. İhtişam ve hayret sanatsal üretimde güzellik duygusundan önde gelir.

9. Bu anlamda ilkel sanatın kendisinde güzeli yeniden kopyalamak değil, tam aksine hayreti ve şaşkınlığı ifade etmek aranışı vardır, yorumsuz bir sanat eseri yoktur, sanat sıradanı değil, sıradışını anlatır. Bu anlamda güzellik terbiye edilemez sanatta, aksine yıkıcı şaşırtıcı ve hatta düzen bozucu olarak sanat eserlerinde anlatılır. Sıradanın sanatı bile, yani en sıradanı anlatan sanat eseri bile, bu sıradanlığı şaşırtıcı, sıradışı hale getirmeye çalışır. Sanatın ereği güzellik değil, ihtişamı ve sıradışılığı anlatmak ve tartıştırmaktır. Ve ayrıca güzellik de çarpıcıdır ve huzur bozucudur: tipik bir Kürt deyişi ile, “fazla akıllı olan ile fazla güzel olan, köyün başına dert açar.”

10. Sanat eserinin geçim kaynağı haline gelmesi ve bir meslek ile özel eğitim sonrası ayrıcalıklı hizmet sektörü haline gelmesi görece yenidir. Geçmişte sanatçılar belirli anlamlarda toplumsal kutlamalarda, törenlerde ve hatta ibadetin bir parçası olarak işlev görüyordu, bu anlamda geçmişin sanatı o toplumun hayatı, düşünüşü ve nizamı ile özlemlerini anlamak için en uygun araçlardan birisi ola gelmiştir.

11. Güzellik çarpıcıdır, ama gelin görün ki geçicidir, bir evre içinde varolur ve insanlar güzelliğe sahip olduklarında onu sergilemek değil, hapsetmek, ele geçirmek ve kendi kullanımıyla sınırlamak istemişlerdir. Oysa sanat eserlerindeki güzellik tam tersi yöne doğru kayar: niçin?

12. Sanat eseri maddi gerçekliği kopyalamaya çalıştığı için ve maddi gerçekliği bir şifreleme ile yorumlayarak kendini ifade ettiği için, dışsal dünyayı enteresan biçimde kopyalayan ve yorumlayan insan bunu dışsal dünyaya ya da ötekilere göstermek, anlatmak ister. Kısaca enteresan olan her yaşantı diliminin anlatılmak istenmesi insanın doğasının en tipik özelliğidir.

13. Türkiye’de sinemanın en tipik özelliği iki işlemi yapamamasıdır: birincisi gerçekliği sorgulayarak parçalarına ayırmak ve ikincisi gerçekliği yeni bir anlamsal bütün oluşturarak sinemada yeniden inşa etmek. Eleştirimiz ise neredeyse –tuhaf bir şekilde- perdede anlatılan gerçekliği hiç tartışmazlar, bu ise akıl ve estetik yoksunluğuna karşılık gelir… Gerçeklik üzerinden yürümeyen bir estetik tartışması, yapbozculuktur ve insanın dünyayı (ya da kâinatı) yorumlamadığı ve eserde ele aldıkları ile dışsal gerçeklik arasında anlamsal bir bütünlük kurmadığı bir eser sanat eseri olamaz. Felsefesiz sanat, filozofsuz sanat eseri düşünmek, yapbozlarla uğraşıp mimarlık taslamaya benzer…