Her gece sabaha karşı, hava ağarmadan çok önce, bedenimin çatırdamasıyla uyanıyorum. Bir zamanlar ormanda yaşarken, bir marangozun elinde ahşap bir mobilyaya dönüşen ağaç misali, biçime sokulmuş bedenler de geceleri çatırdar. Ev içinin evcil, uysal, sessiz nesnelerinin gecenin karanlığında ses çıkarmaları tekinsizdir; yüreğini hoplatır insanın. “Tekinsizlik hissi ya hiçbir şey olmaması gerekirken bir şeylerin olması durumunda ya da bir şeyler olması gerekirken hiçbir şeyin olmaması durumunda ortaya çıkar” (M. Fischer, Tuhaf ve Tekinsiz, KÜY). İnsan, bedeninin sesinden korkar mı? Susturulmuş evcil bir nesneyseniz ve bedeniniz birden konuşmaya başlamışsa, yatağınızdan sıçrarsınız. Nesneler, sadece masal kitaplarında konuşur. Gecenin karanlığı; eril aklın egemen olduğu, görünür olanın adlandırılıp sınıflandırıldığı, şeylerin yer ve işlevlerine göre yerleştirildiği günışığından farklıdır. Gerçeklik yerini, masalsı bir gerçekliğe bırakır. Nesneler artık günışığında göründükleri gibi değillerdir. Ve eril akıl tarafından dilsizleştirilmiş bedenler konuşmaya başlar. Konuşan; gün içinde türlü türlü biçimlendirici kuvvete maruz kalarak genleşen mobilya bedenlerdir.

“Gece tahtalar uyanıp da/sessizce çatırdadıklarında/talihlerinden şikâyet ederler/özgür doğanın soylu ağaçları iken/masa, sandalye, yatak, dolaplara/burulmuş olmaktan/sıkıştırılmış dar mekânlara/ne kasvetlidir/mobilyalar için/görmek kendini/ağaçlarla/bir rüyada”. Avusturya somut ve deneysel şiirinin öncülerinden Gerhard Rühm’ün şiiri; Erhan Altan’ın çevirip yayıma hazırladığı, Turkuaz Yayınları’ndan çıkan “Saat On İkide Yaz Olur” kitabından. Kalıplara sokulup dar mekânlara sıkıştırılmış ağaçlar, Jack London’ın “Yabanın Çağrısı”ndaki kahramanı köpek Buck gibi, yabanın çağrısına uyup doğaya dönemeseler de, rüyalarında sık sık doğanın tacizine uğrarlar. Evcil bedenler geceleri çatırdar; düşlerinde, Nazım Hikmet’in ormanını görmüşlerdir belki de: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”. Ve eşyalar düzeninin dayattığı hayata isyan edebilirler. Ama yerleştirilmiş ve susturulmuşlar bir kere, yerlerinden kıpırdayamazlar. Sadece şikâyet etmekle yetinirler. Sonra gün ağarır ve yine dilsizleşirler. Nesneler ancak geceleri konuşabilir, karanlığın büyülü gerçekliğinde. Ve şiirde. Gecenin karanlığı, şiirin ve masalların zamanıdır.

Hiyerarşik bir düzene göre yerleştirilmiş ve boyun eğdirilmiş nesneler, gün içinde aşağılanmalara, sömürüye, şiddete maruz kalsalar da, konuşmamaları gerekir. Gerçeklik, masal dünyasından farklıdır çünkü. Masallarda, kalıba sokulmuş nesnelerin kalıplarını nasıl parçaladıkları ve birlikte kardeşce bir düzeni nasıl yarattıkları anlatılır. Büyülü bir dünya. Günışığında eksik olan, gecenin büyüsüdür. Bazen gecenin büyüsü, gün ağarsa da bedenleri terk etmez ve gün içinde de konuşmayı sürdürürler; başka bir dünyayı mümkün kılmak, düşlerinde gördükleri ormanı yaratmak için kendi aralarında örgütlenirler. Ve tekinsiz deneyim yaşayanlar, bu kez egemenlerdir; “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler olmuş”, eşyalar kımıldamıştır. Ve susturulmuş bedenler konuşmaya başlar; aşağılanmaya, sömürüye, zulme isyan ettiklerinde, hiçbir şey olmaması gerekirken, bir şeyler olur. Dedim ya, bunlar ancak masallarda olabilir. Köroğlu, Şeyh Bedreddin, Durruti, Che Guevara, Lenin, Zabatistalar ve daha niceleri masal kahramanlarıdır.

Günler günleri kovalar ve gerilimler katlanarak birikir bedenlerde. Eşyalar geceleri daha fazla konuşmaya başladılar. Seslerinden uyumak mümkün değil. Bedenimin çatırdamasına diğer eşyalar da katılıyor. Kendi aralarında konuşmalarını yadırgamıyorum artık, deliriyorum mu ne? Bedenim, masa, sandalye, yatak, dolap; kendi aralarında çatırdaya çatırdaya kim bilir neler konuşuyorlar? Anlamıyorum; çünkü eril aklım hâlâ günışığının egemenliğinde. Despotik akıl, bedenleri susturamıyor, bir şeyler olacak. Gün ağarmak üzere. Anlaşılan, gecenin büyülü gerçekliği günışığına taşınıyor. Hiçbir şey olmaması gerekirken, tekinsiz şeyler olacak. Masal kahramanlarını günışığında sokaklarda görmek şaşırtıcıdır. Ama “asıl şaşırtıcı olan bedenlerdir” (Nietzsche). Onların neler yapabileceğini bilmiyoruz.