OHAL’de de bu halde de, hayat bir şekilde akıp gidiyor işte. En kötü koşullarda bile, yüzünüze bir gülümseme iliştirmenize yol açan gelişmeler oluyor. Mamak’tan, hatta 12 Eylül’ün işkence merkezlerinden DAL’dan biliyorum; siz hayatı bırakmadıkça hayat sizi bırakmıyor!

Mamak’ta, baskılardan bunalıp çıldırma noktasına geldiğimiz bir anda, galiba 15 günde bir, Baba Başçavuş nöbetçi olur, onun nöbetiyle insanlık sızardı koğuş mazgallarından içeri. Bir ferahlama olur, dudaklarımızın kenarına bir gülümseme ilişirdi.

DAL’daki hücreme, misal, nasıl olduğunu hâlâ tam olarak bilemediğim bir şekilde, babamın kabuklarını çizdiği portakal girebilmişti. İki dilim kekle birlikte… Portakalı soymadan önceki çizişinden tanımıştım babamdan geldiğini…

İlkokul öğretmeni babam, DAL’ın hoyrat koridorlarında dolaşan bir eski öğrencisini mi bulmuştu da sızmıştı sevgi DAL’dan içeri, bilmiyorum.

Şimdi işte, OHAL’lerden bir hal beğen denilen günlerde, Erdem (Gül) beraat etti; gazetenin muhabiri Canan Coşkun’un bir haberinde “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” suçundan 2 yıl 3 ay ceza almasıyla gölgelense de o gülümsetici haber.

Ve Onur Hamzaoğlu için tahliye kararı verdi mahkeme… Barış dedi diye, savaşla halk sağlığı arasında bir ilişki kurdu diye tutuklanıp hapsedilmesi ne kadar kahredici olsa da, tahliyesi biraz gülümsetti.

Özgürken ve üniversitedeyken adına yakışır bir hayat yaşayan Prof. Hamzaoğlu, tutukluluğunda, cezaevinde ve mahkemede de dik ve onurlu bir duruş gösterdi. Tahliye edildiği duruşmada kendini savunurken, tutuklanmasına yol açan görüşlerinden milim geri adım atmadı. “Günümüzde en çok öldüren sakat bırakan olaylar halk sağlığı sorunudur. Bunların en çok meydana geldiği savaşlar da önlenebilir halk sağlığı sorunudur” dedi.

Duruşma salonundan, Daniel Defoe’nun onurlu bir hayat yaşamak isteyen herkes için kılavuz olacak sözünü anımsattı; “Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır.

Hitler, insanlığın utancı toplama kamplarının duvarlarına “Çalışmak özgürleştirir” (Arbeit macht frei) yazdırmıştı. Onur Hamzaoğlu, gözünü kâr hırsı bürümüş kapitalizmde, Dilovası araştırması ile, “çalışmanın öldürdüğünü” gösterdi herkese. Galiba, o yüzden göze battı ilk!

Bir halk sağlığı uzmanı olarak, halkın sağlığını savunmada ödünsüz bir duruş sergiledi. Bilimsel çalışmaları ile işçinin ve emekçinin, daha doğrusu hayatın yanında oldu hep.

Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptığı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, 3 yıl boyunca sürdürdükleri bilimsel araştırmayla, Dilovası’ndaki her 100 ölümün 33’ünün kanserden olduğunu ortaya koymuş; havadaki toz miktarının (PM10) uzun vadeli değerinin, Avrupa Çevre Ajansı ve ABD Çevre Koruma Ajansı standartlarının Dilovası’nda 3.5 kat, Kandıra’da 1.7 kat üzerinde olduğunu vurgulamıştı.

O insan hayatı için “Risk var” derken, gözünü kâr hırsı bürüyenler söylediklerini kârları için bir risk olarak gördüler!

Prof. Hamzaoğlu, nerede olursa olsun onun “biliminsanı”ydı. Konulduğu gözaltı merkezini de bir halk sağlığı uzmanı gözüyle “gördü” ve oradaki koşulların insan sağlığına etkisini raporlaştırdı: Fiziksel mekân barınmaya uygun değildi, tuvalet ve banyo olanakları yetersizdi, hijyen yoktu, gözaltındakilere şiddet uygulanıyor, doktor muayenesi kurallara uygun olmayan şekilde yapılıyordu ve havalandırma yoktu!

Biz, 1970’leri Samsun Anadolu Lisesi’nde geçirenler, Onur Hoca’yı tanımadan önce, Ethem Hoca’yı tanıdık. 7 yıl yatılı okuduğumuz okulda öğretmenimiz, müdür yardımcımız oldu Ethem Hoca. Dimdik yürüyen, öğrenci-hoca ilişkisinde saygı ve sevgi sınırlarını titizlikle ayarlayan, tam bir cumhuriyet öğretmeniydi.

Onur Hamzaoğlu’nun Ethem Hoca’nın Onur’u olduğunu çok sonra öğrendik. Ethem Hocamızın Onur’u, bilimin ve insanlığın da Onur’u olarak adından söz ettirmeye başladığında…

Dedim ya, her koşulda dudaklarınızın kenarına bir gülücük konduracak şeyler yaşatıyor hayat. Yeter ki onurla yaşansın!