Sanırım hiçbirimiz, öldürme eyleminin daha hafifletilmiş hali olarak bu ifadeye artık yabancı değiliz. Çünkü medyada en fazla duyduğumuz ve dinlediğimiz ifadelerden biri budur. Son altı ayda, son bir yılda, son beş yılda etkisiz hale getirilenlerin sayıları artık bir tür muhasebe mevzusu olarak düzenli resmi açıklamaların konusu haline gelmiş bulunuyor. Hatta sıradan ve adeta olağan haberler ve olaylar olarak algılanıyor.


Çocukluğumda Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülme haberlerini radyodan, dehşet içinde dinlediğimi hatırlarım. Benim çocuk dünyamda o haber korku ve üzüntünün karıştığı bir büyük dehşetti. İlk gençlik yıllarımda devrim şehitleri etkinliklerine katıldığımı hatırlarım. Politik gazetelerde onlar için çıkan yazılar, fotoğraflar ve afişlerin olduğu bu etkinliklerin sayısı fazla değildi. Çünkü bir şekilde devrim şehidi olarak kabul edilenlerin sayısı da fazla değildi. Bu nedenle onların ölüm yıldönümlerini bilmek, anmak mümkündü. Zamanla kuytu köşelerde katledilenlerin sayısı çok arttı. Artık giderek her biri için ayrı bir anma töreni yapmak imkânsız halde geldi. Buna bulunan çarelerden birisi öldürülen her bir devrimci için ayrı bir anma merasimi yapmak yerine toplu olarak ‘devrim şehitleri haftası’ ilan etmek idi. Sonra bu da yetersiz gelmeye başladı.

Şu ya da bu politik nedenlerle sistemle mücadele ettiği için, sistemin hedefi haline gelmiş ve bu nedenle hayatına son verilmiş sol/sosyalist geleneğin binlerce üyesinin öyküsüne dair toplumsal süreci izlemek, örtük duran diğer sosyolojik alanı görmek için de bir kapı aralıyor ve benim tartışmak istediğim olgu da budur.

12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra öldürülen devrimcilerin haberleri medyada ‘güvenlik kuvvetleriyle girdikleri çatışmada öldürülen anarşistler’ diye verilirdi. Neredeyse her ölüm haberi aynı idi: “Güvenlik kuvvetlerinin teslim ol çağrısına açılan ateşle karşılık veren…” Sonra kaç kişi öldürülmüşse onların cesetlerine ait görüntüler yer alırdı. Darbeciler, bu öldürme hallerine dair haberlerin biçimlerine de bir ‘nizam’ getirmişti. Kan revan içindeki cesetler yan yana dizilir ve bu şekilde fotoğraflanır ve medyada uzun uzun sunulurdu. Bu yöntem iktidarın kontrol edici gözünü her evin içine kadar getirir; bir tür görünmez bu iktidar aracılığıyla toplumsal davranışların dizayn edilmesi amaçlanırdı.

Zamanla öldürme hallerinin bu şekilde resmedilme ve sunulma biçimleri de sorunlu bulunmuş olacak ki yeni dil ve araçlar kullanıldı. Mesela cesetlerin gösterilmesinden vazgeçildi. Öldürme hallerini meşrulaştırma kaygısıyla özellikle vurgulanan “teslim ol çağrısına ateşle karşılık verince” ifadesi de artık çok kullanılmıyor. Artık daha kestirme bir ifade var: “Etkisiz hale getirmek”! Son yıllarda öldürme haberleri görüntüsüz olarak ve hep bu ifadeyle veriliyor.

Gelgelelim bugün ‘etkisiz hale getirilen’lerin sayısı öylesine artmış bulunuyor ki ilgili resmi kurumlar düzenli olarak etkisiz hale getirilen on binlerden söz ediyor. Kamuoyu burada etkisiz hale getirilenlerin sayısına bile tam olarak odaklanamazken, asıl büyük sosyolojik vak’a görünmez bir yerde duruyor. Bir ya da daha fazla üyesini kaybeden ailelerin hızla artan sayısı. Buna ilişkin bir resmi bilgi yok gerçi ama sadece son elli yılı göz önüne alırsak yüzbinlerce aileden söz ediyoruz demektir.

Türkiye’nin geleneksel kültüründe çok dokunaklı bir söz vardır, ‘ateş düştüğü yeri yakar’ diye. Genellikle ölüm hallerinin ardından söylenir. Zira her ölüm, önce içine doğduğu birincil ilişkiler çevresinde etkisini gösterir. Bu etki, diğerlerinden farklıdır; köklüdür, kalıcıdır ve apolitiktir. Sahiden düştüğü yeri yakar. Hayatına son verilen kişinin ailesi ve akrabaları için bir dramdır ve toplumun geri kalan kesimi hiçbir zaman acıyı, aynı derinlikte hissetmez. İşte Türkiye’de acısını içinde yaşayan yüzbinlerce aile var. Politik sistemin, hükümetlerin, partilerin görmezden geldiği bir büyük toplumsal kesim!

Bu durum yarının Türkiye’sine ağır ve olumsuz bir miras devrediyor? Türkiye gerçekte daha fazla kişiyi ‘etkisiz hale getirerek’ hangi sorununu çözebildi ve çözebilir? Bunu tartışan dahi yok. Ayrıca ateşin düştüğü yerdeki yani çocuklarını yitiren yüzbinlerce ailenin içindeki yara sürekli büyüyor ve bu yarayı tedavi edebilecek ilaç ne yazık ki hiç olmadı.