“…Haritacılık Okulu, İmparatorluk’la birebir ölçekte bir İmparatorluk Haritası geliştirdi, öyle ki, harita, noktası noktasına gerçeğiyle çakışıyordu” (Borges). Gerçeğin temsili olan haritaların uzamı ve içindeki nesneleri ve hayatları biçimlendirdiği zamanlarda yaşıyoruz. Harita yeryüzünü kaplıyor, haritanın içinde dolaşıyoruz. J.

Pickles, “haritalar bölgeden önce gelir” (Uzamların Tarihi, YKY) derken, coğrafi bölgelerin, içinde yaşadığımız kentlerin haritaya göre inşa edildiğini vurguluyor ve tıpkı Borges’in imparatorluğu kaplayan birebir ölçekli haritası gibi, yaşantılarımız da haritayla birebir çakışıyor. Harita, varlıktan da önce gelir; önce harita vardı.

Hem kültürel olarak hem de gerçek anlamda sürekli olarak hareket eden özneyi haritalandırmak güçtür. Ama varlık, tanımı gereği değişmeden kalandır. Varlığı inşa etmek için önce bir çember çizmeniz ve içini eş merkezli dairelerle donatmanız yeterli; bir dart tahtası gibi. İşte size varlık! 11’inci yüzyıldan kalma Abingdon Labirenti olarak adlandırılan harita varlığı, eş merkezli dairelerin en merkezine yerleştirmiş; yeryüzünün kuvvetleri şekli şemailini bozmasın diye.

etrafiniz-sarildi-teslim-olun-728550-1.

Varlığı hakikat diye dayatanlar var; yeryüzünü ise, hakikati durmadan bozan hareketin, çokluğun, yani yanılsamanın yeri olarak aşağılayanlar. Çünkü varlık hakikatini göklerden almış, aşkın bir plana göre tasarlanmıştır. Abingdon Labirenti’nin içine, Latince varlığı gösteren “est” sözcüğü merkezi halkasına gelecek şekilde “Assumpta est Maria ad Caelestia” (Meryem Göğe Yükseldi) yazılmıştır. Varlık göksel, aşkın ‘bir’ hakikat ile bağlantı kurdukça var olabilir ancak. Varlık, aşkın hakikatin yeryüzündeki temsilcisi despot tarafından kuşatılmıştır. Fakat her şeye rağmen hayatı çemberin içine kapatmak zor, dışarıya taşmak ister.

Dışarısı, oluşun mekânıdır, rastlantısal karşılaşmaların ve karışımlarım. O yüzden dışarısının da haritalandırılması ve karşılaşmaların önceden belirlenmesi gerekiyordu. Bu kez haritalandırılan coğrafi bedendir, yeryüzü.

Varlık, dışarı çıktığında yine aşırı kodlanmış bir haritanın içinde bulur kendini ve adı değişmiş, özne olmuştur. Bölgeler, içinde fiilen yaşadığımız mekânlar, nasıl harita adı verilen kayıtların, kodlamaların üst üste bindirilmesiyle oluşmuşsa, özne de harita içinde hareket ettikçe bıraktığı izlerin ve edindiği kodların üst üste bindirilmesiyle inşa edilir. Özne, artık sabit bir öze göre tanımlanamaz; haritada dolaştıkça iktidarın yakalama aygıtlarına yakalanır ve durmadan inşa edilen bir sürece dönüşür. Denetim toplumunda özgürlüğün, gezinmenin keyfini çıkaran özne, ister gerçek olsun ister sanal, haritada izlediği yollar, konakladığı yerler, okuduğu metinler, satın aldığı ve paylaştığı şeyler ile kendini durmadan ele vermektedir. İktidar, kaçış çizgilerini görünmez kılmak için yeryüzünü ve özneyi yeniden ve yeniden kodluyor. Haritanın içinde kıstırıldınız. Bunu ben söylemiyorum, iktidar söylüyor.


Almanların, İkinci Dünya Savaşı’nda Dunkirk’teki Müttefiklere durumlarının çaresiz olduğunu kanıtlamak için havadan attıkları broşürdeki harita, tamamen kuşatılmış olduklarını gösteriyor ve broşürdeki yazı askerlere şöyle sesleniyordu: “İngiliz Askerleri! Haritaya bakın: Vaziyet ortada! Birliğinizin etrafı tamamen kuşatıldı. Teslim olun! Silahlarınızı bırakın!” (Pickles). Yasalarla, kurumlarla kodlanmış ve durmadan kodlanan bir dünyada kuşatılmışlık duygusu yaşamayan var mı? Ama haritadaki kuşatılmış bölgenin bir kenarı denizdir. Orhan Veli’nin dizeleri geliyor aklıma: “Ne duruyorsun be, at kendini denize/...Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol/Git gidebildiğin yere.” 1769’da Alman filozof Herder, denize açılmış ve düşünceleri kanatlanmıştı: “Kıyıdayken insan ölü bir noktaya takılı ve bir durumun dar çemberiyle sınırlı”. Varlığın çemberi, yerini öznenin haritasına bıraksa da, durmadan kodlanan hayatlarımız, haritadaki ölü bir noktaya dönüşüyor. Denize açılmak, despotun kodlamasından kurtulmak ve devrimci kuvvetlerle temas etmektir. Bir yanımız kuşatılsa da bir yanımız deniz: “Birlikte kürek çekmek, paylaşmaktır; tüm yasaların, sözleşmelerin ve kurumların ötesinde bir şeyleri paylaşmak” (Deleuze). Deniz bizi çağırıyor.

etrafiniz-sarildi-teslim-olun-728551-1.