EURO 2016’da geriye 8 takım kaldı. Seyir zevki yüksek olmayan bir turnuva geçirsek de sona yaklaştıkça heyecanın giderek arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İtalya-İspanya ve İngiltere-İzlanda maçları bize enfes bir pazartesi yaşattı. Hafta sonuna yaklaşırken 2. tur maçlarından kalanları ele alalım

EURO 2016: Çeyrek finaller

50 yıllık çile, İngiltere: Bu maddede, 12 yılı Premier Lig’de olmak üzere tam 13 yıl İngiltere’de top koşturmuş Alman futbolcu Dietmar Hamann’ın İzlanda maçı sonrası Alman ZDF televizyonuna yaptığı yorumdan yararlanacağım. Liverpool ile 2005 yılında İstanbulda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamış Hamann şöyle diyordu: Tüm İngiltere halkı Premier Lig üzerinde yaratılan o atmosfere kanmış durumda, ama Premier Lig yöneticileri bize yıllardır külüstür bir arabayı son model bir arabaymış gibi pazarladılar. İspanya ve Almanya ligleri İngiltere’nin birkaç kat üzerinde, bu pazarlama stratejileri sayesinde ortalama İngiliz futbolcuları olması gerekenden çok yüksek maaşlar alıyorlar ve bu da onların üst düzey futbolcular oldukları düşüncesini uyandırıyor. Ama aslında içlerinde büyük liglerin şampiyonluk kovalayan takımlarında oynayabilecek kapasitedeki oyuncular birkaç taneden fazla değil... Hamann’ın bu sözlerini doğrular şekilde Alan Shearer de BBC’nin maç sonrası yayınında Premier Lig’in İngiliz futbolcular hakkında yanlış bir intiba uyandırdığını, aslında ligin kalitesini yabancı menajerler ve futbolcuların artırdığını söylüyordu. Aslında bu gerçeği görebilmek için 330 bin nüfuslu, her 10 vatandaşından birisinin Fransa’ya takımlarını desteklemeye gittiği İzlanda’ya mağlup olmaları gerekmiyordu. İngilizler Beckham, Lampard, Gerrard gibi oyuncuların aynı anda sahada oldukları turnuvalarda dahi hayal kırıklığı yaratmışlardı, kalibresi bu derece düşük bir takımla daha fazlasını yapmaları beklenemezdi. Turnuvada dördüncü maça çıkmalarına rağmen hala ne felsefesini, ne dizilişini ne de ilk 11’ini oturtabilmiş Roy Hodgson yönetiminde kurdukları başarı hayalleriyle Shakespeare romantizminden esintiler sundu İngilizler.

Düzenli düzensizlik, Almanya: Pazar günü, Almanya ile Slovakya arasında oynanan 2. tur mücadelesi için Lille’de Stae Pierre Mauroy’daydık. Almanlar Slovakya’yı turnuvanın en tek taraflı maçlarından bir tanesiyle geçtiler. Boateng’in ceza sahası dışından vurduğu vole ile henüz 5 dakika dolmuşken öne geçen panzerler kalan 85 dakika boyunca Slovakları avuçlarından hiç bırakmadılar. Joachim Löw’ün takımının EURO 2016’nın en “düzenli düzensiz” takımı olduğunu söylemek mümkün. Toni Kroos’un dümenini elinde tuttuğu hücum organizasyonunda Mario Gomez ile onun arasında yer alan Draxler-Mesut-Müller üçlüsü 60 metrelik dikey bir alanı olabildiğince dinamik şekilde kat ediyorlar. Draxler herhangi bir atakta sol taç çizgisinden organize hücumun ilk pasını atıyor ve 10 saniye sonra hücum bittiğinde sağ taç çizgisinde olabiliyor. Mesut ve Müller pas trafiğini çeşitlendirmek için zaman zaman 2 bekin bindirme alanlarına kayabiliyor ve onları içeri gönderebiliyor. Gomez de oyun hücum bölgesinin hangi tarafındaysa her an orada atılacak bir son pası gole çevirmek için dolaşıyor. Rakip defansı çaresizlikle sonuçlanan bir meşguliyete maruz bırakan bu dinamizm için elbette kalite, oyun görüşü, disiplin ve yetenek açısından üst düzey futbolculara sahip olmanız lazım ki Löw’ün elinde bu anlamda oldukça zengin bir kadro var. Almanya halen turnuvanın en büyük favorisi. Çeyrek finalde turnuvanın en efektif takımı İtalya karşısında olacaklar ve harika bir maç bizi bekliyor.

Yanardağ gibi bir takım, İzlanda: 20 Kasım 2014’te İzlanda ile ilgili uzun bir yazı yazmıştık bu köşede. Gazete arşivinden o yazıyı bulup okumanızı rica ediyorum. O zamanlar da bahsetmiştik, İsveçli Lars Lagerback, 2011 Ekim ayında İzlanda’nın teknik direktörlüğüne geldiğinde takım FIFA sıralamasında Lihtenştayn’ın dahi altındaydı. 2014 Dünya Kupası eleme grup kuraları çekildiğinde altıncı ve son torbada bulunuyordu. İzlanda buralardan çıkıp Avrupa Şampiyonası çeyrek finaline geldi. Üstelik bu ülke 2008-11 yılları arasında çok ağır bir kriz geçirmiş, tabir-i caizse kepenkleri kapatma seviyesine gelmişti. Futbol takımlarının o ülkeye bir lütuf olarak görülmediği ve sıkı biçimde denetlendiği, futbol liginin alt seviyelerde olduğu bu tür ülkelerde böyle ekonomik çöküntülerin spora etkisi çok büyüktür normalde. İşte İzlandalılar böyle bir dipsiz uçurumdan çıktılar. Hiçbir oyuncusunun oyunu çirkinleştirmekle uğraşmadığı, tarihlerinin en büyük başarısına giderken hiçbir oyuncusunun zamandan çalmakla meşgul olmadığı, iş ahlakları yüksek olan bu grup, aynı zamanda turnuvanın en renkli taraftar kitlelerinden biriyle şimdi de Paris’te Fransa’ya kafa tutacak. Güzel ülke, güzel futbol takımı, güzel taraftarlar. Desteklemeyelim de ne yapalım.