“Evi seviyorduk çünkü geniş ve eski olmasının yanı sıra baba tarafından büyükdedelerimizin, dedemizin, anne ve babamızın ve tüm çocukluğumuzun anılarını muhafaza ediyordu.” Ama artık evimizde hissedemiyoruz kendimizi. Evi ele geçirdiler. Ama birdenbire olmadı, yavaş yavaş. Önce kütüphanenin olduğu arkadaki odadan sesler duyduk, korktuk. “Koridorun kapısını kapatmak zorunda kaldım. Dip tarafı ele geçirmişler.” Yapacak bir şey […]

Ev ele geçirildi

“Evi seviyorduk çünkü geniş ve eski olmasının yanı sıra baba tarafından büyükdedelerimizin, dedemizin, anne ve babamızın ve tüm çocukluğumuzun anılarını muhafaza ediyordu.” Ama artık evimizde hissedemiyoruz kendimizi. Evi ele geçirdiler. Ama birdenbire olmadı, yavaş yavaş. Önce kütüphanenin olduğu arkadaki odadan sesler duyduk, korktuk. “Koridorun kapısını kapatmak zorunda kaldım. Dip tarafı ele geçirmişler.” Yapacak bir şey yoktu. “O halde bu tarafta yaşamak zorunda kalacağız.” Mekânımız daraldı, giderek kendi üzerimize kapandık. “İlk günler bizim için çok zor oldu çünkü sevdiğimiz birçok şeyi ele geçirilmiş tarafta bırakmıştık… Mesela benim Fransız edebiyatı kitaplarımın hepsi kütüphanedeydi.” Mecburen sığındığımız tarafta ne varsa, onlarla vakit geçiriyorduk, anılarla, koleksiyonlarla. “Böyle gayet iyiydik ve yavaş yavaş düşünmeyi bırakıyorduk. İnsan düşünmeden de yaşayabiliyor.” Ve bir müddet sonra mutfak ve banyonun olduğu taraftan sesler gelmeye başladı. “Gürültüler daha güçlü duyuluyordu… İç kapıyı çabucak kapattım ve antrede kaldık.” Bu tarafı da ele geçirmişlerdi, sonunda dış kapıya dayanmıştık ve “sokağa çıktık”. Şimdi dışarıdayız, evsiz. Yaşanan, ülkenin yakın tarihini andırıyor ama burada aktardığım, Julio Cortázar’ın 1946 tarihli öyküsü ‘Ele geçirilmiş Ev’den bir kısaltmadır (Hayvan Hikâyeleri, Can). Kendini evinde hissetmeyenler çoğalıyor, yabancı olanlar.

Dışarısı kaygı dolu

Ev düzen, huzur demek. Tüm olumsallıkların dışarıda bırakıldığı, ufak tefek aksaklıklar olsa da belirlenimci yasaların geçerli olduğu yerleşim yeri. Dışarısı belirsizlik alanı; belirsizlik, bizde kaygı uyandırıyor. Kaygımızı eve, anlam dünyasına sığınarak yatıştırmıştık. Korkabilirdik, korkunun bir nesnesi vardı, nesnesi ortadan kalkınca korkumuz da kaybolurdu, kaygı öyle mi? Dışarısı kaygı dolu. Ama yine de pencereden dışarıyı seyretmenin keyfine doyamıyorduk. Güvendeydik çünkü, yaşamın karmaşasına, tehlikelerine hem uzak hem yakın; aramızda ince bir cam vardı. Ve ekranlaşmış camın yassı yüzeyinde bazen dehşetengiz olaylar olurdu, bir cinayet ya da fırtınalı bir havada gecenin karanlığına düşen yıldırımlar. Bu dehşetli olayları seyretmek haz veriyordu: Yüce duygusu. Kant’a göre, diyelim ki dağda tesadüfen sığındığım korunaklı bir yerden bir çığ düşmesine tanıklık etmişsem, dehşete kapılırım ama güvenli bir yerden bu dehşeti izlediğim için bir tür haz duygusu kaplar içimi, çelişik duygular; Paolo Virno’ya göre ‘dehşet ve sığınma diyalektiği’, Burke’e göre ‘keyifli dehşet’.

Kırılmamanın keyfi

Ev, kaosun orta yerinde inşa ettiğimiz kozmoz. Dehşetiyle bizleri soluksuz bırakan olayları evin dışında bırakmıştık. Kozmozdan kaosu seyretmek keyiflidir. Tehlike burnumuzun ucundadır ama bize dokunmaz, kırılgan varoluşumuza rağmen kırılmamanın keyfi. Heidegger’e göre kaygının belli bir nesnesi yoktur; bu dünyanın içinde olmanın yarattığı belirsizlik ve kararsızlıktan kaynaklanır. Kendimizi herhangi verili bir tehlikeden değil de tam da bu dünyadaki varlığımızın doğasında bulunan risklerden korumak için bir ahlaki ben inşa ettik. Dünyanın olumsal ve geçici doğasının karşısına kalıcı olanı yerleştirdik. Kant’a göre Yüce duygusu, tesadüfen bulduğum sığınağın bende yarattığı rahatlama hissinin, koşulsuz bir güvenlik arayışına dönüştürülmesinden meydana gelir ve bunu sadece ahlaki ‘ben’ garanti edebilirdi. Ahlaki ben evimizdir. Ama nesnesi olmayan sesler tarafından ele geçirildi şimdi, tekinsizleşti. Artık evde de kendimizi evde hissetmiyoruz. Arka odalardan gürültüler geliyor. Dünya evi ele geçirdi.

DÜŞÜNÜRLER TOPLULUĞU

Evde insan düşünmeyi bırakabilirdi, ama dünyadayız artık ve kaygılı. Kaygı, insanın kendisini dünya içinde varlık olarak görmesinin nedenidir ve özgürce düşünebilmesinin. “Yerleşik bir topluluğun yokluğu öyle bir noktaya gelir ki yabancının hayatı, evinde hissetmeme duygusu, …kaçınılmaz ve kalıcı deneyimler haline gelir.” Ve Poulo Virno’ya göre evsizler, ‘kendi çapında bir düşünürler topluluğudur’ (Çokluğun Grameri, Otonom). Çünkü doğası gereği düşünce evsizdir, hep yabancı.