Ülkenin birinde içip kafayı bulan bir sarhoş, sokakta “öküz başbakan, öküz başbakan,” diye bağırıyormuş. İki polis adamı karakola götürmüşler. Adam mahkemeye çıkmış. İdam cezası almış. İdam edilmeden önce cezasının nedenini sormuşlar:

“Bu ülkede demokrasi vardı hani? Herkes istediğini söyler.” Yanıt bize yabancı değil; “Senin suçun o değil ki. Devlet sırlarını açıklamak...”

Anlaşıyor tabii... Bu bir fıkra. Abartı (!) bir benzetme yapacak olursam, bizim memlekette de iktidarın kirini ifşa et, hemen devlet sırrını açıklamaktan başınız belaya girer, değil mi? Trajikomik, ama öyle.

Fıkrayla başladım ama devamı komik değil. Böyle, böyle baskıcı rejim bir şiddet politikasına dönüşüyor ve şimdi yazacaklarım kirin nasıl şekillendirildiğiyle ilgili.

Şiddetin kapitalist devlet aygıtının elinde merkezileşmesi, bireylerin davranışlarında özdenetim kültürünü egemen kıldı. Foucault, Deleuze ve çokça düşünür bu konuyu ele almışlardı. Kredi kartları, yurttaşlık numaraları, kameralar, çipli kimlikler denetim toplumunun bir parçası. Bu denetim mekanizmaları ve iktidarın işleyiş biçimi, insanı içine kapadı, başarı ve başarısızlık temelinde güvensizliğe ya da narsistik bir yapıya yönlendirdi. Sürekli bir ruhsal gerginlik ve öfke içindedir bireyler. Bu güçsüzlük, kişiyi sürekli kendine ait olmayan bir kimliği aramaya itiyor. Terapi yöntemleri de problemli. Modern psikoloji, biyo-iktidarla öznelerin kuruluşunu, üretimini ve yeniden üretimini mümkün kıldı. Yaşamda bir eksiklik, huzursuzluk veya mutsuzluk varsa, bunun tek nedeni kendi kişisel eksikliklerimizmiş gibi gösterildi. Güvenli sığınak boyun eğmekti. Kişi devletin, sermayenin ve bir bütün olarak iktidar ilişkilerinin ondan istediğini yapmalıydı. Kendi istekleri yalnızca hayalinde mevcut kalmalıydı. Kendi içine dönen birey bir anlamda toplumdan da koptu. Sorunların siyasal ve toplumsal kökenleri es geçilince psikolojik rehabilite kişiyi ancak teskin eden konumda kaldı. Oluşabilecek isyan duygusu da böylece bastırılmış oldu. Böylece bireyi, sisteme hiçbir şekilde tehdit oluşturmaz/oluşturamaz, devlet ve sermayeyi gitgide daha çok tanımaya, ona daha geniş bir etkinlik alanı vermeye istekli hale getirdi. Modernitenin kendine dönük bireyi bir başka refleks daha gösterdi ki bu da Narsistik bir yapıydı. Narsist, kinizm üretir ve ‘günü yakalamak’ tek amaçtır. İyi yazardır, mükemmel bir fotoğrafçıdır vs, kısacası diğerlerinden üstündür.

Böyle bir iklimde sanat, iktidar sarhoşluğuyla, lanetlenmiş çağın bütün aygıtları gibi giderek evcilleşip boyun eğdi. Devletler edebiyat çevirileri için fon ayırıyor, resmi bakanlıklar sinemaya destek veriyor, uluslararası organizasyonlar devasa kültür projelerine yatırım yapıyor, firmalar sanat galerileri açıyor ve böylece her yaratıcı eylem kontrol altına alınıyordu. Sanatçı, duymak istenileni söyleyen uzlaşmacı bir role çekildi. Sanat, günümüzde -eskisinden çok daha fazla- tüketim nesnesine dönüştü. ‘Gizli evcilleşme’, ‘ehlileşme’, ‘metalaşma’ adına ne dersek diyelim, sistem sanatın toplumla ve toplumsal alanla bağını kopararak tüketim ilişkileri içerisinde tüm itirazlarını yok etti. Sanat eserini destekleyen bir sanat taciri veya koleksiyoner yoksa yapıtınızın ve sizin hiçbir öneminiz yok. Sisteme içkin ve bundan dolayı da işlevi evcilleşti. Oysa biliyoruz ki sanat evcilleşmez, boyun eğmez, zulme ve iktidara sığınmaz, yasalara sığmaz, itaat etmez. Sanat evcil bir nesne değildir.

Ne yapmalı sorusunun yanıtını, yaşamı ve deneyimi hayata geçirmeli, önce ve acilen özgürleşme pratikleriklerinde aramalıdır. V. İ. Lenin’in “Eski ütopik sosyalistler, sosyalizmin yeni tip insanlarla kurulabileceğini hayal ediyorlardı; önce iyi, saf ve çok iyi eğitilmiş insanlar yetiştirilecek, sonra da bunlar sosyalizmi kuracaklardı. Biz buna her zaman gülüp geçtik... Biz kapitalizm altında büyümüş, kapitalizm tarafından yoksun bırakılmış ve bozulmaya uğramış ama kapitalizmle mücadelenin çelikleştirdikleriyle sosyalizmi kurmak istiyoruz...” sözü önemli.

Soru kendimize? Evcilleşenlerden mi, kapitalizmle mücadelenin çelikleştirdiklerinden mi olacaksınız? Korkmaya gerek yok, bu sorunun yanıtı devlet sırrına girmez.