‘Ev!’, tüm dünyada hastalığın ve ölümün kol gezdiği bu günlerde ‘sağ’ ve ‘salim’ kalmak için, sığındığımız, o en güvende hissettiğimiz yer. İşte o sığındığımız ‘ev’ bazıları için mezar!

Evde Kal Türkiye Evde Hayat Var


Bu korona günleri için güzel bir slogan “Evde kal!” Üzerine eklenen hafta sonu sokağa çıkma yasakları, sloganı daha da pekiştirdi. Evde sıkılan vatandaşa kamu hizmeti olarak bu hafta sonu sizlere beş-on yıl öncesinden masallar anlatacağım. Masallarımız peri padişahının kızını değil, bu toprakların kızlarını anlatıyor. Bu masallar neden acaba birden aklıma düştü?

‘Ev!’, tüm dünyada hastalığın ve ölümün kol gezdiği bu günlerde ‘sağ’ ve ‘salim’ kalmak için, sığındığımız, o en güvende hissettiğimiz yer. İşte o sığındığımız ‘ev’ bazıları için mezar!

BÜYÜKLERE MASALLAR

“Sanki bir çocuk İlk gülüşüyle yaşlanmıştır”*

Prof. Dr. Osman Celbiş, konuşmakta zorlandı. Gözleri doldu ama kendini toparladı. Önce sadece “Medine...” diyebildi.1

Bir televizyon programına konuk olan Adli Tıp Hocası Prof. Dr. Osman Celbiş, kendisini en çok etkileyen otopsi sorusu üzerine cevap vermekte zorlandı.

Medine’nin 16 yaşındaki bedeni toprak altında bulunduğunda, oturur vaziyetteydi. Elleri bağlıydı. Öldürüldükten sonra kümeste kazılan bir çukura gömüldüğü iddia edilmişti. Yapılan otopside ise akciğerinde ve midesinde bulunan toprak nedeni ile canlı ve bilinci açık olarak gömüldüğü ortaya çıktı.

Medine M. 16 yaşındaydı. Hiç okula gitmemişti. Otopsi masasında çekilenler dışında hiç fotoğrafı yoktu. Suçu gezmek ve erkeklerle konuşmaktı. Yıllardan 2009, mevsimlerden kıştı.

2010 yılında, Nuray Onuk tarafından Medine için yapılan bir kısa film, 13. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde En İyi Kısa Film Ödülü aldı. 'Saf Kötülük' isimli filmde, kürekle üzerine atılan her toprakla birlikte Medine’nin nefesi biraz daha duyulmaz oldu, sonra durdu. Sanki onunla birlikte nefesimiz daraldı, öldüğümüzü zannettik, aldığımız nefesten utandık ama ölmedik. Biz yaşamaya devam ettik, evimize, işimize gittik. Medine, oturur vaziyette, akciğeri, midesi toprak dolu, öyle kaldı.

Ailesi 45 gün boyunca, kızlarının evden kaçtığını iddia etti. Bir ihbar üzerine polis evin bahçesindeki kümesin altını kazarak Medine’nin cansız bedenini buldu. Kendi evinin bahçesinde, belki bir zamanlar elleri ile yem verdiği tavukların kümesi altında, elleri bağlı, oturur vaziyette son nefesini vermişti iki metrelik çukurun içinde. Bir müddet sonra da bir beton atılmıştı üzerine. Evde hayat devam etmiş, dokuz kardeşi aynı bahçede oynamıştı. O, bahçedeki kümesin altında, ciğerinde midesinde toprakla öyle oturmuştu. Oturduğu yerden; sık sık dayak yediği, okula gidemediği, konuşmasının, gezmesinin ölümcül bir suç olduğu dünyayı anlamaya çalışıyordu belki. Oysa polise de söylemişti çok dayak yediğini. Üç kere gitmişti polise, her seferinde de dayakçılarına geri teslim edilmişti. Annesinin ifadesine göre de zaten bir kaç kere “Kendini öldür” demişlerdi. O da “Ben neden kendimi öldüreyim, çok istiyorsanız siz öldürün...” demişti. Evet, sevgili Medine, çok istiyorlardı ve öldürdüler. Belki de hiç düşünmedin gerçekten sana kıyabileceklerini. Ama inan biz hiç şaşırmadık. Her günkü haberlerden biriydin. Sadece gömüldüğünde canlı ve bilincinin açık olduğu haberi biraz sarstı, ama toplumca çabuk atlattık. Davan ne oldu, onu da unuttuk. Ama senin tek büyük suçun olarak gösterilen, ‘erkeklerle konuşan’ kadınlığın, bazıları için ölesiye korkutucuydu.
Sevgili Medine, acaba konuştuğun erkeklere ne oldu?

“Diri diri gömülen kız çocuğunun hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman.” 2

Bir gün bu dünyada ya da öte dünyada inananlara bu soru sorulacak. O çok korkulan kıldan ince köprüden en rahat geçen Medine olacak. Diri diri gömdüğümüz bütün kızlar, günlük üç kuruş için preslerde ölen çocuklar; dağlara, cephelere gönderdiğimiz gençler; el ele, şarkılar söyleye, güle oynaya, halaylarla geçecekler karşıya. Bakacağız arkalarından kendi korkularımızla, kötülüklerimizle baş başa.

KEFEN BİLE ÇOK GÖRÜLDÜ

Hatice, Medine’den bile daha küçük, 15 yaşında. Dedesi ile çay kenarına gitti. Dedesi geriye yalnız döndü. Batman Çayı bile, “Daha çocuksun” dedi, istemedi, kenara çıkardı. Cenazesi ceset torbasında toprağa kondu. Hatice 12 yaşında başlık parası ile evlendirilmişti. Daha sonra dayanamayıp baba evine döndü. Baba evinde amcaoğullarının tecavüzüne uğradı. Hamile kaldı. Aile, Hatice’nin ölmesine karar verdi. İple boğulup Batman çayına atıldı.

Hatice’yi boğan ip, amcalarının eline verilmişti. Öldürüldüğünde dört aylık hamileydi. Cenazesi Batman Devlet Hastanesi’nde 11 gün bekledi, kimse sahip çıkmadı. Daha sonra bir amca cenazeyi aldı, polis nezaretinde götürüldü, camiye bırakıldı. Cenaze, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve kadın derneklerinden katılan kadınlar tarafından toprağa verildi. Ceset torbası ile gömülen Hatice’ye kıyamayan kadınlar mezarına kefen serdiler, karanfiller koydular. Yıllardan 2012, mevsimlerden kıştı. Kadınların en büyük itirazları da Hatice’nin bir ceset torbası ile gömülmesine karşılık, katil ve tecavüzcülerinin öldüklerinde beyaz kefene sarılıp arkalarından dualar okunacağıydı.

O çok sevdiğimiz, beğendiğimiz toplumsal değerlerimiz ‘gerekeni’ yapıyor. Ensest, tecavüz, zorla evlilik, çocuk yaşta evlilik. Bahtınıza ne çıkarsa. Suya atılma, böcek ilacı içme, ya da kendini asma gibi metotlardan biri ile kendinizi öldürmeniz için her türlü imkân sunulacaktır. Ölümünüz kayıtlarda intihar olarak yazılacak; ehl-i namus aileniz, tertemiz, başı dik, gönlü rahat olarak 'insan' diye aramızda dolaşacaktır. Ya da şikâyet etmeyin, tecavüzcünüzle evlenin. Peki, bir de istismara uğrayan erkek çocukları düşünelim? İşte o zaman görüyoruz ki istismarın da çocuğun da cinsiyeti yoktur. ‘Çocuk’ çocuktur, istismar da suçtur.

KARANLIKTA YAŞADI, KARANLIKTA GÖMÜLDÜ

Kader, 14 yaşındaydı, iki çocuk doğurdu. İmam nikâhlı eşi askerdeydi ve eşinin ailesi ile oturuyordu. Berdelle evlenmişti, iki aile birbirlerine karşılıklı kız alıp vermişlerdi, değiş tokuş gibi yani. Sen onu bize ver, biz de sana bunu verelim demişlerdi. Nasıl olduğu bilinmedi, öldü. Otopsi raporunda karnında on dört saçma tanesi vardı. Arkasında, henüz nüfus kâğıdı bile olmayan 1,5 yaşında bir oğlan çocuğu bıraktı. İkinci bebeği erken doğdu, yaşamadı. Aile, “Bebeği ölünce bunalıma girdi, odadan çıkmadı, kendini vurdu” diye ifade verdi. Daha çocuk diyenlere; babası, kızım 16 yaşındaydı, 11 değil, 13 yaşında evlendirildi dedi. 14 değil de 16 olsa ne olurdu? 17 olsa ne olurdu? Çocuktu! Kader’in cenazesi, otopsiden sonra Kaymakamlığın aracı ile ‘gelin gittiği’ köye gönderildi. Gelin gittiği köyde, gece vakti gömüldü. Askerden izin alıp yola çıkan eşi cenazesine yetişemedi.3 Bu ne acele, bu nasıl bir aşağılama, nasıl bir yok sayma?

Karanlıkta yaşadı, karanlıkta gömüldü. Bu ülke ve ‘evi’ onun için kapkaranlık bir cehennemdi.

Büyüklere masallar burada bitmedi.

Nisan 2020, bazıları için hayat, bazıları için masallar devam ediyor.

*“Gecede Görüşme” şiirinden/

Furuğ Ferruhzad

1 http://www.dha.com.tr/aglatan-otopsi_372821.html, (04.01.2013)
2 “Ve izel mev’udeti suilet” Tekvir Suresi, 8-9. Ayet
3 Aslan, F., Koyuncu T., Sunar S., Radikal, (13.01.2014)