Evde kalamayanlar

GÖKÇE GÖKÇEN
CHP Genel Başkan Yardımcısı

Covid-19 salgınının Türkiye’ye ulaşması ve vakaların artık yalnızca yurtdışı temasıyla sınırlı olmamasıyla birlikte sosyal mesafenin korunması gittikçe önem kazanıyor. Bunun için herkesin zorunlu ihtiyaçlar haricinde evinde kalması ve virüsün yayılımının yavaşlatılması, sağlık hizmetlerinin de sürdürülebilmesi ve hastaların kurtarılabilmesi için hayati önemde.

Peki önünde hastanelere sığmayan vakalar ve gittikçe artan ölüm sayısıyla gündeme gelen İtalya ve İspanya örnekleri olan Türkiye gerekli tedbirleri alıyor mu? Virüs, söylendiği gibi herkese eşit mi yaklaşıyor, yoksa virüse karşı da bazılarımız ayrıcalıklı mı?

VERİ AÇIKLAMA SORUNU

Almanya, Fransa, İtalya gibi devletler ülkenin hangi şehrinde kaç vaka olduğunu vatandaşlarının erişimine açıyor. Örneğin İtalya Sağlık Bakanlığı’nın sitesine baktığınızda ülke haritasından bölge seçerek orada kaç pozitif vaka olduğu, kaç kişinin iyileştiği, kaç kişinin hayatını kaybettiği bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Bakanlık, aynı zamanda tarihlere göre grafikler de yayımlıyor. Fransa’da Sağlık Bakanı açıklama yaparken şehirlerle ve tedbirlerle ilgili bilgiler veriyor. Almanya’da bulunduğunuz bölgede vaka ve ölüm olup olmadığını kontrol edebiliyorsunuz.

Türkiye’de ise hangi illerde kaç vaka olduğu açıklanmıyor, basın toplantısı ve verilen bilgilerin artırılması, sürecin diğer ülkelerde olduğu gibi daha şeffaf hale getirilmesi gerekiyor. Bu rakamlar bizzat devlet tarafından açıklanmadığında toplumun bu bilgilere erişmek için sosyal medyada yönelmesi ve asılsız haber yayılımının artması da ayrı bir risk. Sağlık Bakanının düzenli veri paylaşımı yapılacağına dair açıklaması bu açıdan geç de olsa olumlu görünüyor. Özelllikle sağlık çalışanları arasında ve yaş gruplarına göre vaka sayısının açıklanması da önemli olacak.

Uzmanlar ve yöneticiler evde kalma çağrısı yaparken evlerinde güvende olmayanlar var. Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere birçok kişi, huzurlu ve mutlu olmaları gereken yerde, evlerinde şiddet görüyorlar. Toplumun büyük bir kısmının evden çıkmadığı bu dönemde kadınlar, hem evde kalmak durumunda olduklarından hem de ekonomik krizin ağırlaşmasıyla daha da tehlike altında olacaklar.

Kadınların şiddetten korunabilmesi için ne tür tedbirlerin alındığının bir an önce kamuoyuna duyurulması ve daha önce şiddet vakalarının gerçekleştiği evlerin, bu olayların tekrarlanması riskine karşı özellikle takip edilmesi gerekiyor. Herkesin evde kalması gerekirken salgınla mücadele sırasında zorunlu ve acil işlerde çalışmayanların çaresizliği görmezden geliniyor. Okulu tatil edilen çocuklar okulda erişebildikleri ucuz yemekten mahrum kalırken milyonlarca kişi evini geçindirme derdiyle her sabah evden çıkıyor. Her saniye hastalık bulaşması ve bu hastalığı ailelerine bulaştırma riskiyle karşılaşan çalışanlar, lüks evlerde “evde kal” paylaşımlarını gördükçe kendileriyle dalga geçiliyor gibi hissediyor.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise daha sıkı tedbirlerin uygulanıp uygulanmayacağı her sorulduğunda herkesin kendi OHAL’ini ilan etmesi gerektiğini söylerken “kendi OHAL’ini ilan edemeyenler” yaşamlarının devlet için değersiz olduğunu düşünüyor. Çarşamba günü Milli Eğitim Bakanı ve Sağlık Bakanı’nın birlikte yaptığı basın toplantısında çalışanların işe gitmek zorunda olduğu, özellikle maden ocaklarında çalışanların sağlıksız koşullarda işine devam ettiği, bu konuda herhangi bir tedbir alınıp alınmayacağı sorulmuş ve “özel sektörün de dikkatli olmalarını bekliyoruz” gibi geçiştirir bir cevap alınmıştı.

Bugüne kadar yalnızca yaşamını sürdürüp temel ihtiyaçlarını gidermek için kötü çalışma koşullarına dayanmak zorunda olanlar, bu nedenle sağlığını ve canlarını kaybedenler saray siyasetinin gündemi olmadı. Bugün ise aynı tehlike çok daha yıkıcı bir şekilde karşımızda: işverenleri desteklerken çalışanlara yönelik herhangi bir tedbir almadığımızda kimin hastalanacağına aslında hep birlikte karar veriyoruz.

Virüs insan ayırt etmiyor, kurduğumuz ve sürdürdüğümüz bu düzen ediyor. Virüse karşı hep birlikte mücadele ediliyorsa, bu mücadele sürecine yalnızca büyük sermaye sahibi işverenlerin değil, toplumun her kesiminin dahil edilmesi ve anayasal bir kurum olup yıllardır toplanmayan Ekonomik ve Sosyal Konseyin toplanması gerekiyor. Hayatın gerçekten eve sığabilmesi için işten çıkarmaların yasaklanması, ücretli iznin sağlanması ve zorunlu görevlerde sağlık koşullarına uygunluk denetiminin bir an önce sıkılaştırılması gerekiyor.

Özellikle gündelik çalışanların sorunlarının gündeme alınması, yoksul ailelerin barınma, beslenme, hijyen gibi temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması, bunun için aile sigortasının devreye girmesi de acil bir gereklilik.

Halk sağlığını koruma tedbirlerinin yanında vatandaşın günlük yaşamında duyduğu ihtiyaçlarla birebir muhatap olan belediyelere yapılan ödemelerde kesinti yapılmaması bu dönem daha da önem kazanıyor.

Tüm bunlar bize anlatıldığı gibi “yapılamaz” değil, “lüks” değil. Yalnızca bu kez kimin fedakarlık yapacağıyla ilgili bir tercih söz konusu: Birçok devletin yaptığı gibi halk sağlığını ve iş garantisini mi tercih edeceğiz, yoksa halktan toplanan paraların yine belli şirketlere verilmesini izleyip bir kesimi virüse feda mı edeceğiz?