Seçimler yaklaşırken yaşanan kışkırtmalar, yapılan saçma sapan açıklamalar, soykırımın 100. yılı vesilesiyle okuduğum yazılar, kitaplar ve daha bir dolu acı verici, kafa karıştırıcı durum ve olaylar, 90’ların ortasında gecenin bir yarısı Ankara Garı’nda yaşadığım bir ruh haline götürdü beni. Gerilim dolu bir romanın kahramanlarından biri gibiydim o gece; tuhaf bir aşk, karmaşık siyasi olaylar, öğrenci yoksulluğu ve her şeyde derin bir anlam ve anlamsızlığın aynı anda var olduğu çıkışsızlıklar içinde bunalmıştım. Yıllar sonra büyük bir keşif olarak okuduğum Peter Najarian’ın ‘Son Ermeni’ adlı romanındaki Aram gibi hissediyordum. O da “eve gitmek istiyorum” diye tutturuyordu romanda, beş parasız Paris’e ulaşıp istasyonda sabahladığı gece: “Canavar her yerdeydi. Yanımdan, çevremden, içimden, birbirlerinin içinden yabancılar geçiyor, birbirlerine çarpıyor, birbirlerinden kaçıyor, birbirlerine dokunuyor, dokunmaya korkuyor, itiyor, kakıyor, nazikçe kapı açıyor, şapkalarını çıkarıyor, dişleri arasından homurdanıyorlardı. Eve gitmek, banyo yapmak ve yatmak istiyordum. Sabah olunca şarkı söyleyecek ve mutlu olacaktım. Şehir bas bas bağırıyordu. Hangi şehir? Ben neredeydim? Zaten ne farkı vardı ki? Canavar asla gitmeyecekti. Ondan kaçış yoktu. O öldürüyor, sakat bırakıyor, işkence yapıyordu ve sonsuza kadar yaşayacaktı, asla ölmeyecekti... Geceleri... Ben onun nasıl göründüğünü öğrenene, gözlerinin içine bakarak boğazını sıkıp onu öldürene, gömene ve resmini avuçlarıma, kaderimin çizgileri arasına kazıyana dek...” Yıllar boyunca o canavarın izini sürmüştüm ben de içimde ve dışımda ve tıpkı Aram gibi yorgun düşmüştüm. Trenin kalkacağı saati bekliyordum, hava çok soğuktu ve bekleme salonunda maviler içindeki bir kadın, elinde örgü şişleriyle mavi bir kazak örerek kendi kendine konuşuyordu. Bekleme salonundaki televizyon ekranında, çocukken izlemekten keyif aldığım, Angela Lansbury’nin dedektif bir teyzeyi canlandırdığı ‘Cinayet Dosyası’ adlı dizi vardı. O an içinde olduğum gerilim romanından çıkıp evde olmayı, annemin yaptığı çörekleri çaya banıp sevdiğim bu diziyi evde izlediğimi hayal etmiştim. Sonra bu hayal, tren yolculuğumu Angela Lansbury ile yapmaya ve onunla trenin penceresinden bakıp çayımızı yudumlaya yudumlaya olup bitenleri değerlendiren bir sohbete dönüşmüştü. Onlarca sayfa süren sohbetin sonunda, sanki evimdeki yatağımda uyur gibi Lansbury’nin dizinde uyumuş ve trenden indiğim zaman, kafamı karıştıran sorunların çoğunu da çözmüştüm.

Didem Madak’ın “Beni çöz Miss Marple / İçimden çıkmak istiyorum artık” dediği gibi, kötü kurgulanmış bu berbat gerilim romanında olup bitenleri anlamaya çalışmaktan, anladığım şeyleri yazıp konuşmaktan bunaldığım bugünlerde, o tren yolculuğuna dönüp “Ne dersiniz Bayan Fletcher?” diye aklıma gelen her bir şeyi sorasım geliyor. Cinayetlerin çözülmesini sadece katiller değil, çözülmesinin yaratacağı sonuçlardan korkanlar da istemez dediğini duyar gibi oluyorum mesela. Korku, insanları aptallaştırır, saçma sapan şeyler yaptırır. 1 Mayıs’a daha günler varken, kanlı 1 Mayıs manşetleri atanların yaymak istedikleri korku, yaşadıkları çaresizliğin dibini gösteriyor; bir şeylerin iktidardakiler için de yolunda gitmediğini... “Ama” diyor Bayan Fletcher, “Gerçekliğe sadece parmak ucuyla dokunulduğu sürece, canavarın maskesi düşmez. Cılız vaazlarla dolu bu havada, nasıl fırtına kopsun?” Öylesine bir soyutluk ile çevrelenmişiz ki, Kraucer’in “Film Teorisi”nde yazdığı gibi, önce yaşadığımız dünyayı bulmamız gerek, bize ait olan kayıp dünyayı. Aram’ın Paris’teki istasyonda “Eve dönmek istiyorum!” diye attığı çığlık, yıllar sonra Ankara Garı’nda başka nasıl duyulabilirdi ki?.. Dünyanın kayboluşunu, bütünlüklerin olmamasına bağlıyor Kraucer. Bilinci inanç kıymıkları ile çeşitli faaliyetlerin toplamı olan, parçalar halindeki bireyler, parçalar halindeki gerçeklikte kendilerine düşen rolü oynadıkları için, canavarı bir bütün olarak göremezler, gerçekte canavarın kolu bacağı olduklarını...

Bayan Fletcher’ın dizine başımı koyup bana, bütün kâtilleri şapşala çevirerek çözdüğü cinayetlerin hikâyelerini anlatmasını istiyorum. Eve dönmek istiyorum...