AKP-Erdoğan’a, yıllar boyu en yakın iş insanlarından biri olan, partisinin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) görev alan; 2007 yılında, TBMM ‘Milli Egemenlik Üstün Hizmet ve Onur Ödülüne’ layık görülen Ethem Sancak, geçen hafta yaptığı bir açıklamada:

“Biz Amerika’nın desteğiyle iktidara geldik” diyor.


SONU GELMEYEN YILLAR

Bu ülkede, 1945’te çok partili yaşama geçildikten sonra işbaşına gelen tüm iktidarları, ABD’nin, şöyle ya da böyle belirlediği, kim ne derse desin, belgelerle kolayca kanıtlanabilecek, bilimsel bir gerçektir.

Ancak, bu süreç tek düze değildir. ABD, 1990’a kadar, Türkiye’deki iktidar belirlemelerini, izlediği, Sovyetler Birliği’ni kuşatma politikasının bir gereği olarak yapmaktaydı. O dönemde, sosyalistler ile Cumhuriyetin anti emperyalist, laik ve barışçı niteliklerini savunanlar ABD’ye karşı çıktı. Bunların dışında kalan hemen tüm kesimler, daha özelde sağcılar, ABD’yi ya destekledi ya da yaptıklarını görmezlikten geldi. O kadar ki, ABD’yi, değil eleştirmek, somut olgu ve verilerle değerlendirmeler yapmak bile “akıl dışı” sayıldı.

Soğuk Savaş’ın 1990’da sona ermesinden sonra ABD’nin Türkiye’de yandaş iktidar oluşturma arzusu ve kararlılığı, içerik değiştirerek devam etti.

O sırada ABD Afganistan’ı işgal etmişti; radikal İslamcı İran’ı düşman görüyordu; petrol çıkarları ve İsrail’in güvenliği öncelikliydi ve tüm bu alanlarda Türkiye ABD için vazgeçilmezdi. Ek olarak, Sovyetler Birliği’nden ayrılan altı Türki denilen cumhuriyetler ile ABD’nin ilişkileri açısından Türkiye köprü görevi görebilirdi.

Bunlarla da yetinilmedi, ABD tarafından Türkiye’ye çok daha büyük bir görev verildi. Türkiye, ılımlı İslam’ın örnek ülkesi olmalıydı.

1990’ların Türkiye’sinde, 2000’lerin AKP iktidarının altyapısı, denilebilir ki, eksiksiz hazırlandı. Önce, Cumhuriyet’in kuruluş değerlerini yılmadan savunan değerler, bir bir öldürüldü (Mumcu, Aksoy, Üçok, Kışlalı…) ya da topluca yakıldı (Madımak). Sonra, ABD, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti; idam cezası kaldırıldı. Daha sonra IMF desteğiyle güçlü bir ekonomi programı hazırlandı ve dahası, AB’ye tam üyelik coşkusu oluşturuldu.

Sıra, iktidar adayını oluşturmaya gelmişti.

ILIMLI İSLAM’IN ÖRNEK ÜLKESİ

Türkiye siyasetinin 1990 sonrasının gelişmeleri, ABD Merkezi Haberalma Örgütü’nün (CIA) Milli Haber Alma Konseyi İkinci Başkanı Fuller, tarafından ayrıntılı anlatılır.

O tarihte CIA’nın, daha doğrusu ABD derin devletinin, en etkili düşünür ve sözcülerinden biri olan Fuller, İslam’ın, Batı dünyası tarafından toptancı bir tutumla ele alınmasının yanlış olduğunun altını çiziyor. Türkiye üzerinde uzmanlaşan CIA’nın Fuller’i, yaklaşımının gerekçesini de şöyle yazıyor:

“Laikliği savunan ya da seküler ideolojiler demokratikleşmeyi başaramadılar.”

Yanlış okumadınız; Fuller, Türkiye’nin, demokratikleşmesini Cumhuriyetin değerine üzerinden başaramadığını özenle öne sürüyor. Gerçekte, Cumhuriyet’in değerleri ABD’nin çıkarları için bir tarafa bırakılıyor.

Ancak, bu demokratikleşememe başarısızlığının asıl nedeninin 1950’lerin ikinci yarısında yaşanan siyasal tıkanıklık; ABD’nin çıkarları için yapılan 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri olduğunu tümüyle görmezlikten geliyor. Demokratikleşmesinin ılımlı İslam eliyle olacağını öne süren Fuller’e göre Türkiye, halkı Müslüman olan tüm ülkelerde ılımlı Siyasal İslam iktidarının örnek ülkesi olabilir.

Başkan Erdoğan’ın Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanlığı döneminde başlayan ABD yakınlaşmasının “geleceğin lideri” vurgusuna uzanması; Refah Partisi’nden ayrılanların AKP’yi kurması izledi.

AKP, bu iki görevi, demokratikleşme ve örnek ülke olma görevlerini yapmak üzere iktidara geldi. 1 Mart 2003’te ABD’yi destek tezkeresinin TBMM’de onaylanmamasından sonra, bundan sorumlu tutulan CHP de AKP’ye benzer bir dönüştürülme sürecine sokuldu. Başarı konusunda son kararı da AKP’yi görevlendirenler mi verecek? 2023 Seçimleri, iktidarın ve muhalefetin ABD’ye bağlılık yarışına mı dönecek?

Ne yazık ki, ABD karşısında tamamıyla köreltilmiş olan Türkiye kamuoyu bu can alıcı soruları da özgür bir biçimde tartışamıyor.