RTE istedi diye yapılacak olan 16 Nisan referandumunun bize ne getirip, ne götürdüğünü tartışmak beyhude. Hepimiz biliyoruz ki, büyük bir çıkar ortaklığı üzerine kurulu AKP iktidarının dağılmadan önce son hamlesi bu sistem değişikliği. Neden? Çünkü devran dönüp, hukuk devleti kurulduğunda herkes yargı karşısına çıkacak ve hesap vermek zorunda kalacak. Zırh olarak giyinmek istedikleri işte bu koruma elbisesi! Peki, sahiden “Evet” diye bir seçenek var mı?

Bir oylama yapıp, kişiye özel düzenlemeyi hukuk diye yutturmayı başarabilirsiniz belki, lakin her ‘yasal’ olan ‘meşru’ değildir. Başka türlü söylersek, kendi hukukunu yapan her lider, bunu zamana dirençli kılmayı başaramaz. Eğer yapılan bir yasa, zamana direnmiyorsa, buna da hukuk denemez. Başka biçimde söylersek, geçici süre zorla dayattığınız yasalarla bir hukuk yapmış olsanız bile, kısa sürede geçerliliği yitecek olan bu yasalar hükümsüz hale gelir. Neden?

Referandum sanılanın aksine demokratik değil, otoriter bir yöntemdir. Kaba hatlarla “Evet” ya da “Hayır” diye sorulan sorular, gelişmiş toplumun gereksinimleri, karşılayamaz. Kaldı ki referandumda sadece tek bir soru sormak gerekir. Birbiriyle ilintisiz ve her biri ayrı yanıt gerektiren sorularla sandığa gitmek, toplumun eğilimini yansıtmaz. Hem bilgilendirme, hem seçme sorunu çıkar. Bizim şimdi oylayacağımız metin, bildiğiniz çıfıt çarşısıdır. Bir soruya olumlu yanıt vermek isteyen kişi, diğer tüm anlamsız maddelere de destek vermek zorundadır ki, bu durumda toptan olumsuz seçeneği yeğleyebilir. Demek yöntem ve sorular yanlış!

Tüm toplumu ilgilendiren meselelerde çoğunluk uzlaşısı aramak, yapılan yasanın kalıcılığı için en önemli koşuldur. Sadece yüzde elli artı bir ile elde edilecek bir onay, onay değeri taşımaz. Eğer gerçekten toplumun tamamını etkileyecek bir karar alınacaksa, örneğin yüzde yetmiş gibi bir onay alınması gerekirdi. Hiç değilse toplumun

üçte ikisi öne sürülen sistem değişikliğine destek vermiş olurdu. Oysa toplumu ortadan ikiye bölen bu karar net biçimde kalıcı çatışma demektir. Hem sorular yanlış, hem de onay düşük seviyede kalınca, sonuç meşru olmaz.

Toplumun büyük kesimi düzenlemeye onay vermiş olsa bile, her zaman meşruiyet sağlanmış olmaz. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası yüzde doksan üçe veren destek çok kısa zamanda eridi. Neden? Çünkü olağanüstü koşullarda yapılan oylama, toplumun tercihini ortaya çıkarmaz. Silahların gölgesinde, örgütlü olmak olanağı bulunmadan yapılan tercih, tercih değildir. Kısa sürede, hiçbir müdahale olmadan yapılan anayasa meşruluğunu yitirdi.

Bugün de aynı sorun söz konusudur. OHAL koşulları ve hukuksuz uygulamalar, şimdiden oylamayı tartışmalı hale getirmiştir. Yasayı geçirse bile RTE, kısa zamanda bir meşruiyet tartışması çıkacaktır. Tıpkı 12 Eylül 2010’da olduğu gibi baskı, dayatma ile toplumun önüne konan bu değişiklikler geçerliliğini yitirecektir. Yeterince ve özgür tartışılmayan maddeler, ne getirir topluma anlaşılmadan, yasalaşsa bile meşruiyet sağlanamaz. Kaldı ki bu sistem değişikliği basbayağı yeni anayasa yapmak anlamına gelir. Sadece bir oylamayla anayasa yapılamaz, kurucu meclis gereklidir.

Elbette en önemlisi, insanlığın ortak birikimi olan hukuka uygun bir anayasa yapma yükümlülüğünün bulunmasıdır. Bir toplum geçici bir süre akıl sağlığını yitirse bile, zamanla yaptığı yanlışı görecektir. Küresel ölçülere uygun olmayan, insanlığın birikimine dayanmayan hiçbir yasa, geçerli kalamaz. Baskı, tehdit, hamasetle yutturulan yasalar geçerlilik sağlayamaz. Meşru olamaz.

Demem o ki, 16 Nisan’da sandıktan “Evet” çıkma ihtimali yoktur. İktidar her olanağıyla topluma saldırsa bile, kısa sürede yama tutmayacak bir öneri getirdiği açığa çıkacaktır. Zaman kaybetmemek, yeni acılar yaşamamak ve uygar dünyadan kopmamak için tek seçenek vardır 16 Nisan günü, o da “Hayır”. 12 Eylül 1980 darbe anayasasına “Evet” diyen yüzde doksan üçü kimse konuşmuyor ama Hayır diyen yüzde yedi başı dik dolaşıyor aramızda…

Yarın “kandırıldık” dememek için önlem almakta yarar var. Siz “Hayır” deyin kafanız rahat olsun!