Geçenlerde Meltem Gürle, seçim sonrası mutluluğunun ‘naif’ bulunması üzerine, yine çok güzel yazmıştı. Kötücüllüğün, komploculuğun kolaycılığındansa naif bulunmaktan çekinmemek, düş kırıklığından korkmamak, umudu yitirmemek üzerine…

Son iki haftanın gelişmeleri çoğu insanı, arkadaşının onu korumak istediği düş kırıklığına uğratmış durumda. Siyasetin kodamanları, yüzleri hiç kızarmadan AKP- CHP koalisyonunu ‘pişirme’ telaşındalar. Üstelik endişeli değil, sevinçli bir telaş içindeler. Ortalık normalleşme, restorasyon, büyük uzlaşma abuklamalarından geçilmiyor.

Oysa aklın ve ahlakın yolu birdi ve iyi insanların beklentisi de bu yöndeydi. AKP ve sembolü Erdoğan’ ın neden oldukları büyük yıkımın hesabını soracak, iddiayı aşıp ayan beyan ortalığa saçılmış olan bütün o yolsuzlukların, rüşvetin, talanın, yağmanın bedelini ödetecek, Hrant Dink’ in, Roboski’ nin sorumlularını yargılayacak bir hükümet kurulması. En çok 2 yıl sürecek bir geçiş döneminde anlaşmış, bir yandan AKP yıkımını temizleyip, yargılarken aynı anda siyasi partiler yasası, seçim sistemi, baraj, iç güvenlik yasası gibi antidemokratik yasaları lağvedip, medya siyaset rant üçgenini dağıtıp, emniyet ve yargıyı boyunduruğundan kurtarıp demokratik bir seçime ülkeyi götürmek. Bu iki yıl boyunca da Kürt sorununa yönelik olarak koşulsuz barış ve ateşkes sağlamak. Demokrasiden azıcık nasibini almış herkesin onaylayacağı HDP’nin on maddelik çözüm süreci taleplerini yasallaştırmak…

CHP, MHP ve HDP’nin böylesi bir anlaşmayı yapmaları ve 2 yılın sonunda yapılacak demokratik bir seçim, Türkiye’nin rüştünü ispatlamış bir demokratik cumhuriyet olduğunun da en büyük kanıtı olacaktı. Barış, bir ütopya ya da stratejik araç olmaktan çıkacaktı. Üstelik bütün bunlar ne ‘solculuk’, ne ‘milliyetçilik’ ne de ‘Kürtçülükle’ ilgiliydi ya da bunlara halel getirmeyecekti. İnsanlara hiç değilse birazcık ahlaklı bir demokrasinin mümkün olabileceğini gösterecekti, o kadar.
Şimdi bütün seçim sürecini HDP’nin AKP ile gizli bir anlaşması olduğu şüphesiyle geçiren sıradan bir CHP’li, partisinin AKP ile harıl harıl bakanlık pazarlıklarını yürütmesine tanık oldukça başka türden bir hayal kırıklığı yaşıyor. HDP’ye günümüz Türkiye’sinin sosyalist potansiyeli olan partisi diye oy veren sosyalisti, Kürt kimliğini öncelediği için HDP’ye oy veren Kürt seçmen, meclis başkanlığına Dengir Mir Mehmet Fırat’ı aday gösteren partisine boş gözlerle bakıyor. Birleşik Haziran Hareketi’ne, kendisini lağvedip HDP’ye katılmadığı için ‘Kürt düşmanı, Türk solcusu’ diye saydıranlar Hüda Kaya, Altan Tan, Dengir Mir ve arsız yetmez ama evetçilere nasıl katlanacaklarının derdine düşmüş durumdalar. HDP yönetiminin AKP- CHP koalisyon kursun diye attıkları destekteki ‘cin siyasetçiliğine’ kırılsınlar mı küssünler mi bilemiyorlar.

Bütün bu gelişmelere çok bilmiş bir kibirle, başka türlü nasıl olacaktı burjuva siyaseti diye tepeden tepeden bakmanın bir anlamı yok. Canım, özellikle büyükşehir belediyelerindeki imar yolsuzluklarından, kirli ranttan sadece AKP mi yararlanıyor sanıyordunuz, bakın belediye meclisi kararlarındaki CHP ve MHP oylarına; Diyarbakır’ da Kırklar Dağı’nın imara açılmasının ardında ne var sanıyorsunuz, demenin de gereği yok.

Gezi ve onun tam da naif ayaklanmasıyla başlayanlar olmasaydı asıl o zaman ne olacaktı diye sormak gerekli. Rıfat Horoz, Gebze’deki evini Kobane’den gelenlere bırakıp, kendisi Kobane’ye bu burjuva siyasetini bilmediğinden mi gitti?

Evet, Meltem Gürle’ nin dediğince naif olduğu/muz için yapıyoruz ve umutlanıyoruz ille de sadece kazanma şansı olanı değil, doğru bildiğimizi yapacak denli naif olduğumuz için. Sevgili Gürle de biliyordur; naif aynı zamanda ‘kendi kendini inşa eden’ anlamını da içerir. Her eylemimizle kendimizi yeniden kurarken aslında dünyayı da değiştirdiğimizi bildiğimizden. Bundan güzel hayal var mı?