Başlıktaki ifade Aydemir Güler’e ait. Sol Haber Portalı’ndaki yazısında, çıkış yolu olarak öneriyor. Çok okunması, çok konuşulması gereken bir yazı.

Döneceğim.

Ama önce geldiğimiz noktaya dair inanılmaz bir vakayı paylaşacağım.

Malum hayat, okullardan TV programlarına mevsim normallerini yaşıyor. İlkokul servis arabası ihalesinde silahlı çatışma çıkması... İhaleyi kazanırlarsa küçücük çocukların şoförlüğünü yapacak kişinin, ancak çatışma sonrası şüpheliler arasına girince “cinsel istismar” suçundan sabıkalı olduğunun anlaşılması... İmam hatiplere burs destekleri vs. bir yandan.

Evlendirme faaliyetleri sakıncalı bulununca Saray talimatıyla format değiştiren ve artık aşk, flört gibi sözcükler yerine, gündüz gündüz insanların üzerine cinayetler boca eden programlar diğer yandan.

İşte o programlardan birinde masaya yatırıldı. Tansiyona bağlı beyin kanaması yüzünden öldüğü söylenen bir kadıncağızın ailesi, şüphe üzerine mezarı açtırmış. O nasıl bir tansiyon ise, kadının bedeninde 40 kadar saçma yarası varmış.

Doğal olarak akla gelen “İLK” soru şu: Kimse bu durumu fark etmemiş mi?

İlgili herkesin öne sürdüğü saçma bahaneler bir yana, rapor veren doktorun -bu yazının konusu olan- mazereti akla ziyan!

Anlatıldığına göre doktor BEY “ölen kadın olduğu için, fazla yaklaşmadım” demiş.

Doktor BEY sahiden bunu “inanarak” mı söylemiş... İhmali ortaya çıkınca zamanın ruhuna uygun böyle bir gerekçe mi uydurmuş... Fark etmez. Biri diğerinden daha vahim.

• • •

Aydemir Güler “Türkiye’yi sulu sepken devlet sekülarizmi kesmez. Artık yetmez” diyor. Evet!

Devlet sekülarizmi artık, ancak devlet sanatçısı Hülya Koçyiğit hanımefendi gibilerine yeter.

Sadece komünistlere / sosyalistlere / feministlere değil, bu ülkenin ezici çoğunluğuna yetmez. Yetmemeli.

Güler’in dediği / önerdiği gibi, din / dinsel olan her şey (hemen ve hızla) kamusal yaşamdan çıkartılmalı. Bu anlamda laiklik radikal biçimde savunulup yaşatılmalı.

İyi de nasıl!

Bu ülkenin (aydın ya da bilinçli demeyeceğim ama) kalbur üstü isimleri bile bu noktadan fersah fersah uzaksa… Onların ve muhalif siyasetçilerin laiklikten anladığı, biz kadınların -şimdilik- çarşafa girme zorunda olmayışımız veya içkilerimizi -uygun yerlerde olmak kaydıyla- içebileceğimiz ise... TV’lerde cuma günleri yayınlar “hayırlı cumalar” dileğiyle açılıyorsa…

Yani, dini hegemonyayı kırabileceğiniz alanlar mayınla döşenmişse…

Laikliği “radikal “ biçimde savunanlar da zaten esas itibariyle dinsel olana uzaklıkları ile bilinenlerden ibaretse…

Ne yapmalı? Nasıl yapmalı?

• • •

Tespit de önerme de önemli ve değerli.

Ancak “yetmez”.

Bu konuda radikal tutumları ile bildiğimiz Turan Dursun, Bahriye Üçok gibi isimlerin başına gelenler ortada,

Kişisel olarak biliyor, yaşıyorum: Hakkımda açılan soruşturma ya da davaların neredeyse tamamı “başörtüsü” konusundaki sözlerim. Kimseye kişisel olarak hakaret etmemişim. Herhangi bir başörtülü kadını doğrudan hedef almamışım. Sadece bu konudaki görüşlerimi ifade etmişim. “Bir kadının başını örtmesi; ikinci sınıf insan olmayı ve erkeğin arkasında durmayı kabullenmektir” minvalinde bir şeyler söylemişim. İhbar üzerine ihbar... Suç duyurusu üzerine suç duyurusu…

Sahneye tek tek çıkmak, tek tek avlanmaktan başka bir sonuç getirmiyor. Bu yüzden, başta laiklik meselesine dair hassasiyeti açık partiler / hareketler / inisiyatifler olmak üzere, HAYIR Cephesi’nin yaratıcı ve etkili çıkış yolları / eylem biçimleri arayıp bulması şart. Hayat tarzları falan değil, doğrudan hayatları ellerinden alınacak olan kadınları örgütlemek şart.

Ve en önemlisi, aslında “RADİKAL LAİKLİK” yazısının da amaçladığı üzere sırf bu ajanda / gündem ile özel bir mücadele alanı açmak şart.