Dedem o dönem aylarca tutuklu kalmış ve gördüğü ağır işkenceden ötürü tanınamayacak hale gelerek hastanede kalmıştı. Evimizde saklanan Rum komşularımız ise 6-7 Eylül’den birkaç yıl sonra doğdukları ve büyüdükleri İstanbul’u, ailesiyle ile birlikte bırakmıştı.

Evimizde saklanan Rum çocuklar

Özde Çelikbilek

Babam hayata veda ettiği gün tam 62 yaşındaydı. Muhtemelen nasıl geçtiğini anlamadığı 62 yıl, hiç beklemediği bir anda sonlanmıştı. Kendisinin doğup büyüdüğü evde beni de büyütmüş ve o evin içinde son nefesini vermişti. Ben, aynı kendisi gibi üniversiteyi okumak için Ankara’ya gitmiş küçük kızı
olarak, ölüm haberini aldığım gün İstanbul’a, evimize gelmiştim. Bana satranç oynamayı öğreten, yüzmeyi sevdiren, muhteşem bir kütüphane bırakan, devrimcilerle tanıştıran en yakın arkadaşım o gün, hiç beklemediğim anda bana veda etmişti.

Cenaze evleri sessizdir ve kapısı açıktır. İnsanlar baş sağlığı dilemek için sessizce içeri girer ve size sarılır, bir yere oturur, acınızı paylaşmaya çalışır. Babamın bize veda ettiği gün evimizin ziline de kimse basmadı. Kapısı açıktı ve insanlar girip çıkıyordu.


Cenaze evinin sessizliğini kuzenimin sesi bozdu: “Özde, gelir misin?” dedi, gittim. Karşımda iki tane yaşlı, birbirine çok benzeyen iki insan duruyordu. Çakmak çakmak mavi gözleri ile bana gülümsediler. Tanımadığım bu iki insan bana “tss” sesinin hâkim olduğu bir şekilde, “Nasılsın?” diye sordular ve karşılığında verebileceğim tek cevap gülümsemek oldu. Kuzenimin beni çağırma nedenini orada anladım. Karşımdakilerin Türkçesi o kadar iyi değildi ve birinin onların kim olduğunu, neden buraya geldiklerini öğrenmesi gerekiyordu. İngilizce bana komşularını görmeye geldiğini söylediler. Komşularının kim olduğunu sordum ve bir isim söylediler: “Ziya Çelikbilek”. Komşuları dedemdi ve onu hiç görmemiştim. Çünkü 1903 doğumlu dedemi, 1982 yılında hayatını kaybettiği için görmem pek mümkün değildi ve öldüğünü söyledim. “Şifayet Hanım?” diye sordular, babaannemdi, o da artık hayatta değildi, 2012 yılında veda etmiştik. Daha sonra “Savcı Çelikbilek” dediler. Bahsettikleri kişi en büyük amcamdı, o da hayatta değildi. Başlarını önlerine doğru eğip, biraz düşündükten sonra bir tanesi “Bebek vardı, o nerede?” diye sordu. Bunu Türkçe sordular ve o bebek, o gün bize veda eden babamdı. Babamdı, bugün öldü dedim. Öldü kelimesini duymayı beklemeyen bu iki eski komşumuz bana gülümserken ve kolumu sıkarken Türkçe bir şekilde “Öldü?” diye o bebeğin ölmüş olabileceğini onaylamak istedi.

Bu iki yaşlı kardeş, 6-7 Eylül’den birkaç yıl sonra evlerini terk etmek zorunda kalmış Rumlardan sadece ikisiydi. Yıllar sonra komşularını, evlerini görmek için gelmiş ve belki bir çay içmek, sahilde yürümek istemişlerdi. Küçük yaşlarda doğduğu mahalleden ayrılan komşularımızın hatırlarında kalan en son kişi ise 62 yaşındaki “bebek” babam, canım arkadaşım o gün hayatını kaybetmişti.

Takvimler 1955 yılının 6 Eylül tarihini gösterdiği gün İstanbul’da bir hareketlilik vardı. Selanik’te “Atatürk’ün evini yaktılar” diye gazetelere atılan manşetler, İstanbul’da yüzyıllardır yaşayan Rumlara, bir nefret patlamasına dönüşmüştü.

evimizde-saklanan-rum-cocuklar-777516-1.
Ziya Çelikbilek’in tutukluluğuyla ilgili bir gazete kupürü.

Dedem, ömrünün bir bölümü Batum’da geçirmiş, bir bölümünü Rize’de, 1920’lerin sonlarından itibaren İstanbul’da yaşamaya başlamış. Ben ve babam Rize’yi hayatında birkaç defa görmüş olmamıza rağmen her gittiğimizde, “Komünist Ziya”nın torunu/oğlu olmaktan her zaman gurur duyduk.

6 Eylül günü dedem çok sevdiği Rum komşularımızı ve ailesini, Şifayet Hanım (babaannem, kendisine her zaman Şifayet Hanım diye seslenirdik) ile birlikte evimize alıyor ve onları günlerce değerli eşyalarıyla birlikte saklıyor. Babamın bize veda ettiği gün tesadüfen evimize gelen bu iki Rum, benim ve babamın büyüdüğü evde saklanan “çocuk komşularımız” olduğunu o gün öğreniyorum.

Dönemin Demokrat Parti hükümeti birilerine suçu atmak istiyordu ve ilk hedefi komünistler olarak göstermişti. Kimsenin komünistlerin organize ettiğine inanmadığı bu yağma, tarihimizin en utanılası anısı olarak yerini korumaya devam ediyor. O dönem komünistlerin faaliyetlerinin kısıtlı şartlarda ve gizli polis takibinde yaptıkları bilinen komünistlerin ise böyle bir yağmayı organize edecek güçleri bile yoktu.

7 Eylül 1955 günü emniyet amirliklerine dönemin komünistleri olarak bilinen 48 kişi Harbiye Emniyet Amirliği’ne getirildi. Aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Müeyyet Boratav gibi isimlerin bulunduğu, “sol faaliyetlere” katıldığı bilinen kişiler bulunuyordu. Kumandan Şevki Mutlugil’in hazırladığı bir raporda da bu isimlerin “sakıncalı” bulundukları için tutuklandıkları itiraf edilmişti. Bu tutuklamaların ardından 19 komünist daha emniyete getirilerek 6-7 Eylül’ün suçu üstlerine atılmaya çalışılacaktı. Tutuklanan 19 komünistin içinde dedemin adı da vardı..

Olayları izleyen haftalarda Türk hükümeti, saldırıların sorumlusunun komünistler olduğu tezini giderek daha düşük bir sesle söylemeye başladı. Bu sayede komünistler de diğer birçok tutukluyla birlikte Aralık 1955 sonuna doğru, herhangi bir gerekçe gösterilmeden ve açıklama yapılmadan serbest bırakıldılar. Davaları da lehlerine sonuçlandı. Dedem o dönem aylarca tutuklu kalmış ve gördüğü ağır işkenceden ötürü tanınamayacak hale gelerek hastanede kalmıştı. Rum komşularımız ise 6-7 Eylül’den birkaç yıl sonra doğdukları ve büyüdükleri İstanbul’u, ailesiyle ile birlikte bırakmıştı. Birisinden ayrılmanın, sevdiği bir yeri bırakıp gitmenin ve hiçbir zaman dönemeyeceğini bilmenin yarattığı genzi yakan hisle…