Kenan Evren’in ardından genel olarak iki tür tepki verildi; öldü diye sevinenler, yaptıklarının cezasını çekemeden öldü diye üzülenler. Ne yalan söyleyeyim, ölümünün coşkuyla karşılanmasını tuhaf bulanlardanım. Sosyal medyadaki coşkuyu görünce “100 yaşını görmediğine mi seviniyoruz?” diye düşünmedim değil.

Aslında bana göre Kenan Evren çok önce ölmüştü. Kendisi de bunun farkındaydı. Güç elinden kaydığı gün, yani emekli olduğu gün “homurtular” başladı, emekliliği sırasında yaptığı amatör ötesi resimlerin hâlâ sermaye çevrelerinde itibar görmesiyle teselli buluyordu, ama bu itibar kamuoyunun yeni ve mutlak bir güç odağı bulmasına dek sürecekti. İlk tepkiler emekli olmasıyla başladı. Darbeci General buna çok öfkelendi. Hiç üşenmedi, aslında başkalarının yapması gereken bir işi üstlendi. 1997 yılında oturup bir kitap yazdı: “12 Eylül’den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi, Ne Dediler, Ne Diyorlar?” Kitabın yazarı Kenan Evren gibi görünse de, bu aslında Kenan Evren’in yaptığı bir derlemeydi.  Basınımızın “utanç” derlemesi. Bunun Darbeci General’in bizzat kendisi tarafından yazılmış olması da trajik tabii.

Evren kitabı üç bölüme ayırmıştı.  İlk bölümde, Cumhurbaşkanı Korutürk’e verdikleri 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubundan 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine dek geçen sürede “darbe çağıran” yazılar, ikinci bölümde 12 Eylül sonrası övgüler, son bölümde ise Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldığı 9 Kasım 1989 sonrası yergiler yer alıyor. Evren bu kitapta özetle, “önceden öyle demiyordunuz ama?” demeye getiriyor ve Türk basınının unutulmaz iki yüzlülüğünü teşhir ediyordu. Her ne kadar kitabın arka kapağında “amacının yazarları teşhir etmek olmadığını” söylese de bu teşhirdi.. Bugünün mağdurları arasına hevesle yazılan Oktay Ekşi’den, yeni kuşakların Yok Böyle Dans’tan hatırladığı Güneri Civaoğlu’na, Mehmet Barlas’tan Nazlı Ilıcak’a, Güngör Mengi’den Yavuz Donat’a bir dolu yazar var, bir dolu Evren övgüsü var kitabın içinde. Tabii Evren’in uyanıklık yaptığı yerler de yok değil. 12 Eylül öncesi ortamın karışıklığıyla ilgili yazıları da “darbeye gerekçe olarak” ortaya karışık koymuş öyle. Örneğin Uğur Mumcu’nun 12 Eylül öncesi  ortamın belirli odaklar tarafından darbeye gerekçe toplamak için bilinçli yaratıldığını ima eden yazıları gibi yazıları da ele alıyor, “darbeye ihtiyaç vardı” savına gerekçe olarak kullanıyor. Yani böyle küçük ayak oyunları da yok değil, ama Evren’in topladığı yazıların geneline bir ikiyüzlülük hakim. Evren de doğal olarak buna dikkat çekmiş.

Kenan Evren’in manevi ölümünün başlangıcı işte bu kitabın yazılmasıyla başlıyor. Kitleler Evren kadar mutlak güce sahip başka bir lider bulduğunda da sona eriyor. Çünkü Kenan Evren gibileri yaşatan “güce tapanlar”dır. Güce tapanlar her dönemde –küçük yol kazaları- hariç hızlı bir şekilde safını bulur.  Vaktiyle “Biz, 12 Eylül’ün başarısını demokrasiye bağlarken, bunun içinde Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ağırlığını da hesaplıyorduk.” şeklinde yazılar yazan ve işi Evren’i evinde ağırlamaya kadar vardıran Mehmet Barlas’ın hâlâ baş köşede olmasının sebebi budur. Ordunun gücün mutlak sahibi olduğu yılların popüler yazarlarından bugünün “mağdur muhalifi” Emin Çölaşan’ın 12 Eylül döneminde Milliyet gazetesine her haliyle sipariş kokan “Mamak’ta Şimdi Pişmanlık Hakim” başlıklı bir cezaevi yazı dizisi yazması da aynı sebeptendir. Çölaşan’ın o yazı dizisinin spotu şöyledir örneğin:

“Burada gördük ki Mamak Cezaevi yepyeni bir disiplin anlayışıyla bizlerin aklının alamayacağı ya da düşünemeyeceği yeni uygulamalarla özellikle 12 Eylül’den sonra durum tümüyle değişmiş, disiplinsizlikten disipline geçmiş. Laubaliliğe kaytarmaya yer yok. Bunların yerini emirler, komutlar ve büyük bir disiplin içerisinde günlerini geçiren mahkûmlar almış.”

Tüm bunlardan sonra hiçbir “siyasi referansa” dayanmadan söylenebilir ki, Kenan Evren ölmedi. İçimizde, medyamızda, güce tapınanların günlük ayinlerinde yaşıyor . Daha birkaç hafta önce “bizim tek stratejimiz var popüler mal üretmek, daha fazla satmak, daha fazla ilan almak” diyen eski genel yayın yönetmeni Enis Berberoğlu’nun sözlerine yansıyan ruhla yaşıyor. Çünkü o dönemde de “popüler olan” yani satılan şey, 12 Eylül’den sonraki sukunet ortamıydı, ama bir gazetecinin asıl yapması gerekeni, yani öncesindeki o katliamları, kaosu kim yarattı? Bunu istisnai birkaç isim hariç kimse sormadı. Gelene ağam, gidene paşam demek adettendi. Hâlâ da öyle. Kenan Evren, unutulmuş, unutulmaz bir eser bıraktı… Bugünün güce tapanların, asıl ezilenlerden bile daha öfkeyle ona saldırması da bu yüzden… Her şey unutulduğu haliyle kalsın diye…