Kafamızı kuma gömmekten vazgeçelim artık, Avrupa ülkelerine gitmeyi başaran mültecileri bir yana koysak bile bizimle yaşamayı sürdürecek yüzbinler belki de milyonlar var

Evsizlik sorunundan yurtsuzluk sorununa

> ESRA TANRIBİLİR @esratanribilir

Kendilerine ait bir evi olmayanlar için eylül-ekim, genelde taşınma zamanıdır. Eğer iki yılı atlatırsanız, kiralık ev arama telaşına üçüncü yıl mutlaka düşersiniz. Ben de bu konuda bir yazı yazmak için masaya oturmuştum. Kentsel dönüşüm ve yeniden dönüşüm projelerinden sonra kiralık ev bulmanın zorlaşmasından başlayıp, kiraların orta gelirli bir vatandaşın ödeyebileceğinin çok üstünde belirlenmesine değinecek, alt ve orta gelir grubunun şehir merkezlerinden uzaklaştırılıp, buraların turistlere ve zenginlere tahsis edilmesinden dert yanarak insanlığın en kadim sorunlarından barınmaya bağlayacaktım; yapamadım. Benim evsizlik sorunum mültecilerin yurtsuzluk sorunu karşısında anlamsız kaldı.

“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”

Bu sözleri, “Çerkes Sürgünü”ne tanıklık eden yaşlı bir adam söylemiş. Hem de yüz elli yıl önce... Sanki aradan onca zaman geçmemiş, teknoloji bu kadar gelişmemiş, insanlık çağ atlamamış(?) gibi, hâlâ kıyıya vuran insan cesetlerini konuşuyoruz. Sadece Karadeniz’in yerini Akdeniz, Çerkeslerin yerini Suriyeliler aldı. Yüz binlerce Çerkes batan gemilerde, mülteci kamplarında, açlıktan ve bulaşıcı hastalıklardan dolayı ölmüş, bütün bu badireleri atlatarak hayatta kalmayı başaranlar da Anadolu’ya, Balkanlara ve Orta Doğu’ya dağıtıldı. Tıpkı bugünkü mülteciler gibi gittikleri yerlerde de pek iyi karşılanmadılar. Geçmişte olduğu gibi bugünde göçmenler sadece mekânda değil zamanda da savrulan aidiyetsiz ruhlar olduklarından, kültürlerini, dillerini, parçalanan ailelerini ve geçmişlerini unutmamak için ekstra mücadele etmek zorundalar. Bu insanlar acılarını bir sonraki kuşağa taşıyacak, onlar da çocuklarına, torunlarına aktaracak. Yaşanan felaketin etkileri onlarca belki de yüzlerce yıl devam edecek. Tıpkı bugün; Ermenilerin, Çerkeslerin, Balkan göçmenlerinin, 6-7 Eylül Olayları sonrası evinden ayrılmak zorunda kalanların torunlarının da atalarının başlarına gelenleri genlerinde taşımaları gibi...

Birleşmiş Milletler raporlarına göre son yıllarda yaşanan savaşlar nedeniyle Dünya’da yaklaşık 60 milyon insan evinden, yurdundan olmuş. Türkiye de Suriye’de son dört yıldır süren ve daha da süreceğe benzeyen savaştan kaçan milyonlarca mülteciye kapılarını açmak zorunda kaldı. Suriyeli sığınmacılar yalnız sınırdaki kamplarda değil bütün ülkeye dağılmış durumdalar; türlü türlü aşağılamalara maruz kalarak hayatta kalma mücadelesi veriyorlar(dı). Şimdilerde bu durum sürdürülebilir olmaktan çıkıp medeniyetin beşiği Avrupa’nın kapılarını zorlayınca, görmezlikten gelmek de imkânsızlaştı. Avrupa, 2. Dünya Savaşı sonrası karşılaştığı en büyük mülteci hareketi karşısında şaşkın. Görülüyor ki, ne bizim ne de Avrupa’nın bu konuda bir gelecek planı da yok.

Uzunca bir süredir, bu tatsız haberleri yüzümüzü ekşiterek okuyup, sonra da dönüp günlük sohbetlerimize devam ediyorduk. Üç yaşında bir çocuğun cesedinin kıyıya vurduğu fotoğrafı görene kadar... 21. yüzyılda hâlâ bunların olabilmesi karşısında şaştık kaldık. Mülteci kamplarının yaşam koşullarından mustarip, güvenlikten yoksun çocuk yaştaki Suriyeli kızları 2. hatta 3. karısı olarak satın alanlar, müşterilerinin “kahve keyifleri” bozuluyor diye mendil satan Suriyeli çocukları tartaklayanlar, evlerini fahiş fiyatlarla bu çaresiz insanlara kiralayanlar, hiçbir utanma duymadan bu insanların emeklerini sömürenler, “en başında sınırları açmayacaktık” diye söylenenler, canımız sıkılmasın diye olanları yok sayanlar sanki bizler değildik. Bu trajedi yeni başlamış gibi lanetler okuyanlara da bir haberim var; sırf bu yılın Ağustos ayına kadar Akdeniz’de ölenlerin sayısı 3.000 kişiyi buldu.

Kafamızı kuma gömmekten vazgeçelim artık, Avrupa ülkelerine gitmeyi başaran mültecileri bir yana koysak bile bizimle yaşamayı sürdürecek yüzbinler belki de milyonlar var. Bu insanlar artık buralı. Benim atalarım o gemilere bindirilirlerken bir gün geri döneceklerini düşünüyorlarmış. Ama aradan geçen yüz elli yılın ardından bildiğimiz tek vatan burası. Suriyeli mültecilerin de öyle olacak! Buna göre politikalar geliştirmek zorundayız. Yok gibi davranmakla, geçici bir durum gibi yaklaşmakla hiçbir yere varamayız. Göçmenlerin temel ihtiyaçlarına, barınma ve eğitim sorunlarına ciddi ciddi kafa yormamız gerekiyor.

İşe milyonlarca mültecinin yaşadığı trajedinin yalnız onların değil bütün insanlığın sorunu olduğunu kabul ederek başlayabiliriz. Herkes üstüne düşeni yapmalı, en azından oy verdikleri insanları bu konuda adımlar atmaya zorlamalı. Sistemin değil de mültecilerin yanında yer almak belki de insanlığı kurtaracak!