AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın partisine yeniden dönüş töreninde, Binali Yıldırım’la beraber gözyaşı döktüklerini gördüğümde “yine niye ağlıyor bunlar” dedim kendi kendime. Çünkü artık “yolun başında” değiller, dolayısıyla bir hayli ilerlemiş oldukları “kutlu yol”da “çile” basamaklarını geride bırakmış olmalılar. Recep Bey’in partisine avdeti gayet kolay, zahmetsiz oldu kaldı ki. Referandumdan çıkan şaibeli bir “evet”le önündeki tüm engelleri de kaldırarak gerçekleşen bir dönüştür yaptığı.

“Ağlanacak ne var bunda?” “Bir sıkıntı, bir acı çekilmiş de biz mi görmedik acaba” diye de sordum haliyle.

Sevinçten ağlanmış olabileceğini de düşündüm tabii, ancak pek öyle değil gibiydi sanki. Çünkü, gayet dikkatle izlediğim “kutlu dönüş” töreni sırasında yapılan konuşmalardaki kimi ifadeler çokça hüzünlüydü. Gözlerin yaşarmasına yol açan buydu belki de.
Çok seviyorum bu anları. O nedenle de kaçırmamaya dikkat ediyorum. Sıkı takipçisi olduğum için daha önceki ağlama seanslarında bulunanların bir sonrakinde olmadığını da fark edebiliyorum bu yüzden. Önceki seanslarda mutlaka yer alan Bülent Arınç ile Ahmet Davutoğlu yoktu bu kez. Recep Bey’in hemen yanı başındaki Binali Bey’in de performansı fena sayılmazdı. Sakin, - duyamadım ama mimiklerinden anlayabildiğim kadarıyla - sessiz bir ağlamaydı onunki.

İslam, malumdur, ağlamaya önem verir. “Allah için dökülen gözyaşının cehennem ateşinin sönmesinde” etkili olduğuna da inanılır. Kötü bir şey yok bunda. En azından ahirete yönelik bir tür mağfiret (yani günahların sevaba çevrilmesi) çabası olduğuna göre rahatlatıcı bir tarafı var. Dolayısıyla imanlının günahlarının ağırlığı karşısında gözyaşı dökmesinde ayıplanacak ya da küçük görülecek bir yan yok elbette. Ben de ne ayıplıyor ne de küçümsüyorum. Ancak “seyircisi bol” ağlamalar samimiyet ölçüsüne vurulduğunda biraz sıkıntılı. Bunların “siyasi gözyaşları” olma ihtimali çok daha yüksek.

“Ağmak” sözcüğünün anlamlarından biri de “yükselmek, yukarı çıkmak”tır, “ağlamak” sözcüğü bu sözcükten türeme. Burada kastedilen “yukarı çıkma”nın göğe yükselmekle falan da ilgisi yok tabii ki. “İçten dışa çıkmak” olarak tanımlanan bir “yükselme” bu. Yani bildiğin “rahatlama”. “Ağlayıp içini boşaltma” dendiği de olur.

İslam tarihinde Bekkaun’lar ya da el Bukain olarak adlandırılan bir topluluktan söz ederler. Bir “ağlayıcılar” topluluğudur bu.

İslam peygamberinin yanında katılmak istedikleri bir savaşa fazla at olmadığı için alınmayınca günlerce ağladıkları söylenir.

Ne zaman Arınç’ın, Davutoğlu’nun, haliyle Recep Bey’in toplu ağlamalarına tanık olsam hemen aklıma Bukkain’ler gelir. Türkiye siyasetinin Bukkainleri de bunlar olmuş durumda.

Ama eski milletvekili Şevki Yılmaz’ın ağlamaları başkadır. Zaman zaman Akit tv’de sohbetlerini izliyorum. Kendini tutamayıp ağladığına tanık olduğumda Yılmaz’ın da, yukarıda adını saydığım tüm zevatın da artık “evvâh”a dönüştüğüne inandım iyice.

“Çok ağlayan anlamındadır” bu sözcük. İbrahim peygamberin sıfatlarından da biridir. Özeniyorum bunlara ben. Duygusuz olduğumdan değil elbette ama ben her istediğimde ağlayamam örneğin.

Şimdi bunlar, yani Arınçlar, Davutoğlular, Yıldırımlar, Yılmazlar, Erdoğanlar politikacı tabii. Dolayısıyla “ağlamalarını” bu konumlarından ayrı ele alamıyorum. Kusura bakmazlar umarım ama “siyasetçi ağlaması” gerçek bir ağlama mıdır kuşkuluyum çünkü. Neden ağlarlar, içlerinde ne tür bir hüzün var, elbette bilemem.

Ben, hani gerçekçi midir diye kuşkulu bulsam da, yine de esaslı bir siyasetçi ağlaması deyince Japon politikacı Ryutaro Nonomura’yı bilirim sadece. Zimmetinde bulunan 3 milyon Japon Yeni’ni (bizim parayla 63 bin TL falan, fazla bir şey değil yani) amacı dışında kullandı diye suçlanınca düzenlediği basın toplantısında çocuklar gibi ağladı adam. Ama nasıl bir ağlama! Ben de duygulandım bir ara izlerken. Etkileniyor tabii insan.

Bizimkilere “referandumda şaibe var” diyoruz, yani “suçluyoruz” açık açık, “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyerek gülüyorlar, sonra gidip kendi partilerine yeniden üye olunca ne tür sıkıntı çekmişlerse “ağlıyorlar”.

Kameralar falan.. Hepsi oradayken..