Evye, Kütük ve Çukurcuma!

ALEV KARADUMAN
karadumanalev@gmail.com

Derler ki İstanbul ilk fethedildiğinde Fatih ve kurmayları atları sırtında şehri keşfe çıkmışlar. Tophane yukarıları Cihangir aşağılarında gezinirken Fatih “Şu çukurda duralım da Cuma’yı kılalım” demiş de mahallenin adı Çukurcuma oluvermiş. Çukurluğu hala baki, caddenin başındaki yeşil ahşap camii hala Cuma’yı hatırlatır hatırlatmasına da, bizlerin Çukurcuma’sı tarihin tozlu sayfalarından hayli başka… O yüzden bu hafta ‘en ii si o’ da; Çukurcuma…

Ha aranızdan bazılarının “Orhan Pamuk bunun kitabını yazdı ey Alev, sen kiim Çukurcuma’yı anlatmak kim?” dediğinizi duyar gibiyim ama o yazdıysa biz de yaşadık elbet, bırakın dilimiz dönsün birazcık.

Öncelikle ve evvela Çukurcuma mahalle ve hipster kültürlerinin bir arada yaşandığı nadir mahallelerden. Ramazan’da iftar vaktindeki sadece çatal kaşık sesi sessizliğinden, Cuma sonrası dağılan kalabalığa kadar hayli milli ve yerlidir burası. İki apartman yandaki komşunuzu kapınızda internet şifresi isterken bulabilirsiniz, hatta şifreyi vermek istemeyince teyzenin “Vallahi sadece facebook’a giriyorum” yakarışı bile normal gelir. Türk, Kürt, Suriyeli, Amerikalı, Avrupalı, ayyaş, sarhoş ve mollanın bir arada yaşadığı bir vaha. Burada yaşayan yabancılar evlerinde yoga yaparken komşuları “Kocalarımızı ayartmaya çalışıyorsun” diye şikayete gelebilir, dertlerini birbirlerine anlatamadıklarından havada belirsiz gerginlikler uzun süreler devam edebilir. Bayramlarda şıkır şıkır giyinmiş çocukların ziyaretlerine şahit olursunuz mahallemizde. Ramazan davulcusu mevhumu ile oldukça farklı burada. Geceleri hiçbiri aslında manici davulcu olmayan, hatta birçoğunun sarhoş olduğundan şüphelendiğim birçok mahalleli genç bir alay oluşturarak saatlerce takılır mahallenin sokaklarında, kimse de buna itiraz etmez. En azından mahalleyi biraz bilen etmez edemez, eden turistler de itinayla dövülür o ayrı.

Tüm bu gelenekselliğin yanında sonsuz tolerans vardır Çukurcuma’da. Şalvarlı sarıklı hacı amcalar gay hamam işletmecileriyle selamlaşır tavla atarlar. Ha evet bu arada, sokağımızda böyle bir hamam var; google’a hamamın ismini yazdığınızda yanında ‘baskın’ kelimesi hin hin göz kırpar. Birkaç ayda bir sokağa yapılan gözaltılar da, yolda yürürken bir adamın oğluna “Ben seni buraya g.tünü s.ktir diye mi işe koydum lan şerefsiz” diye bağırışını da normalleştiren şeyler bunlar. Hamam yazısı da oldukça manidar; 72.000 puntoyla yazılmış ‘Hamam’ın yanında dünyanın en sakil ankesörlü telefonu durur. Mahalleye nükleer bomba atılıp insanlık silinse, gelecek nesiller telefona hamam dediğimizi düşünecek şeklinde düşüncelere gark eder insanı ister istemez.

Ve tabii mahallenin olmazsa olmazı antikacılar! Yol boyu dizili bu dükkanlar insanın zaman algısını yerle bir eder. Yeni bir şey alamaz, kullanamaz olursunuz. Bazen o dükkanlarda saatler geçirir, objelere ve oradaki varoluşlarına anlam vermek istersiniz; olmaz! Çocukluğunuzdan fırlayıp da peşinizi bırakmamış hayalet objeler kavramlar bulutu ile yaşamak zorundasınızdır işte. Bir gün eve dönerken çocukken bindiğiniz plastik eşekleri, 50’lerden kalma bir reklam panosunu, eski buzdolabının yanındaki itfaiyeci tulumunu, onun altında eski sinema koltuklarını görebilirsiniz. Antika dükkanı manyaklık, antikacı insanı manyaktır diye düşünürsünüz bir yerden sonra. Ayı postu ile oyuncak bebek kafası biriktiren bir insan nasıl normal olabilir? Antikacı insanı hep toplar, istiftir hayatlarının anlamı. Bir süre anlam veremezsiniz bu duruma, taa ki ciklet kağıdı koleksiyonuna binlerce lira para döken müşteriyi görene kadar. Bu adamlar boşuna manyak olmadı deyip hak verme zamanı gelir sonra. Bazı antikacılar ise diğerlerine göre daha da yüksekten uçar; şayet sokağın başındaki uzmanlık alanı mermer kapılar ve sütunlar olan antikacının ağzından bir kere bile 25.000 dolardan daha düşük bir fiyat duymuş değilim! Ha bir de uzmanlık alanları var tabii, kimisi oyuncak eşekte uzmandır, kimisi mermer evyede, kimisi çalar saatte kimisi kırmızı çocuk ayakkabısında.

Eve mayhoş ve sarhoş dönerken “Şu aslanlara oturalım da birer sigara
içelim” opsiyonu veren tek sokaktır belki de Çukurcuma. Yazları caminin karşısındaki banklara oturup ayağınızı çeşmeye tutarak ayılmak nasip olur burada yaşayanlara. Siz hayatınızda hiç kütük almak istediniz mi sorarım? İnsan burada kütük almak ister, o kütüğü evinde hayal edip çok güzel duracağına ikna eder kendisini. Zamanla ‘Te Allah’ım’ diye iç geçirdiğiniz antikacı insanına dönüşünüzü tedirginlikle izlersiniz…

Zerzevatçınız, sabahları bağırarak dolaşan simitçiniz, poğaçacınız vardır. At mesela, normaldir buralarda. İstanbulmuş metropolmüş yemişler, kedi köpek at huzur içinde takılırlar Çukurcuma’nın dar sokaklarında. Masumiyet Müzesi’ni görmeye gelen dev Alman öğrenci gruplarından, antikacıları gezen monşer amcalara, sokakta sabahlayan emolardan hala nesli tükenmemiş köşem insanlarına kadar herkese açıktır burası. Zaman algısı yoktur dedim ya, dışarıda kıyamet kopar, 5 dakika uzaktaki İstiklal Caddesi’ni gaz ve toz kaplar, burada bir kilisenin çanı huzurla çalar, ne olduğunun farkına bile varmazsınız.

“Çok sevdik be!” diyorlar ya kimileri, öyle işte… Burada yaşayan herkesi kendi ritmine bağlayan; dünyanın sephia görünüp toz koktuğu başka bir evren işte. Eve yürürken ise akıllarda hala aynı hadise, o kütüğü alsam şimdi, ne de güzel durur evde…