Yıllar sonra, 2014 yılının Ekim ayının ilk hafasına denk düşen Rojava-Kobanê toplumsal muahelefi süreci üzerinden bir okuma yapıldığında siyasal iktidarın iki büyük politik aktörünün sözleri masaya yatırılacak

Yıllar sonra, 2014 yılının Ekim ayının ilk hafasına denk düşen Rojava-Kobanê toplumsal muahelefi süreci üzerinden bir okuma yapıldığında siyasal iktidarın iki büyük politik aktörünün sözleri masaya yatırılacak. Biri Cumhurbaşkanı; “Bizim için IŞİD ne ise, PKK’da odur. İkisi de terör örgütüdür.” Diğeri de İçişleri Bakanı “Bu eylemleri yapanlar misliyle karşılığını görürler/görecekler” sözleri.

Nerdeyse iki yıla yakın bir süredir adına “Barış Süreci” denen ve tarafların en üst düzeyde görüşmeler yaptığı kamuoyunca bilinen bir hal ve şart altında; kalkıp da taraflardan birine “Terörist” dilini kullanır ve yaftasını yapıştırırsanız! En hafifinden çıkıp demezler mi? Hani ya barış süreciydi!

Recep Tayyip Erdoğan’ın doğaçlama sözlerini ilk duyduğumda “tipik bir bilinçaltı yarılması, bilinçaltı deşifrasyonu” diyesim geldi. Bilinçaltınızda hangi ruh halinin derin izleri varsa, dilinize de o yansır. Cumhurbaşkanı’nın diline yansıyan aynen buydu.

Yıllar önce AKP’de üste düzeyde politika yapan ve sonradan onlardan kopan biri özel sohbetimizde demişti ki; “Bunların demokratlığı bir noktaya kadardır. Sade kendileri için herkesin demokrasi istemesini ve demokrat olmasını isterler.” Doğruydu sözler.

Hiçbir şekilde Türk egemen yapısının ekseninde Kürdün ya da bir başka etnik kimliğin “özgür ve eşit” kabulü asla ve asla bu muktedir resmi ideolojinin arka planında yoktu. Bu sebeple her fırsatta “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil” gibi tektekçi bir anlayışı ha bire dillendirilerek pompalanıyordu. Güne de yansıyan buydu zaten.

Bir halk tabiri vardır: Hani derler ya! “Bir musibet, bin nasihatten evladır.”

Belki de otuz insanın katline sebep olan yeni bir şiddet dalgasının art okuması budur.

Bir buçuk yıldır vatandaş tabiriyle “namaz farzı” gibi “beş vakit” ya da vakitsiz muktedire madem barış diyorsun gereğini yap, dendi. Her defasında güncel siyasal, sosyal bir gündemin sonrasına süreç havale edildi. Ve kısmi bireysel küçücük “bahşiş” kabilli “ulufe”lerle yetinin dendi.

Demeye dilim varmıyor ama galiba bir buçuk yıl önceki noktaya geri döndük gibi.

Yıkımdan, felaketten sonra iki gün boyunca sokağın nabzını dinledim. Diyor ki bir genç; “Çanakkale Savaşı’nın 100. Yılı 2014. Atalarımız yüz yıl önce Çanakkale’de birlikte savaşmadılar mı? Çanakkale zaferi Kürdün de desteğiyle kazanılmadı mı? O halde bugün Çanakkale’nin karşılığını Kürt halkının beklemesi en doğalı. Kobane’de Türk halkı ve hükümeti Kürde destek olsun ve IŞİD belasından hep birlikte kurtulalım ki kardeş olduğumuz varlık bulsun”

Bir başkası doğma buyüme Diyarbakırlı tesadüfen sokakta karşılaşıyoruz. Yaşı 65, tanıtıyor kendini, tipik bir Diyarbakır suriçi şahsiyeti. Doğan Güzel’in qırıx tiplemesinden sokağa çıkmış biri sanırsınız konuşurken! Diyor ki; “Olaylar esnasında on yaşında bir çocuğun elinde Apo’nun posterini gördüm. Sandım ki; çocuktur, yırtacak. ‘Yırtmıyasan ha!’ dedim. Çocuk, ‘hiç yırtar mıyam abê, biz onun için ölüyoruz’, dedi. Vallah bunlar bizi oyalıyor abê, bişey vermeyecekler işte!”

Siz bu satırları okuduğunuzda Kobane Direnişi’nin 26. günü olacak. Üç koldan IŞİD saldırısı hâlâ devam ediyor. Orada, sınırın öte yakasında bir avuç genç, kendilerinden hem sayıca, hem de silah gücüyle yüzlerce kat fazla bir zalim ve katil sürüsüne karşı direniyorlar.

Bu yakada akrabaları, dostları, kardeşleri, yandaşları, canları, ciğerleri, güçleri yettiğince, sesleri çıktığınca dünyayı ayağa kaldırmaya çalışıyor.

Tıpkı 17. yüzyılda Dımdım Dağı’nın doruklarındaki Dımdım Kalesi’nde İran ve Osmanlı ordularına karşı varlık yokluk kavgası veren Xanoyê Çengzêrîn gibi ölümüne direniyorlar. Zamanın Xano’ları, Arînler, Bawerler’dir artık.

Kalbimiz ve yüzümüz; kırmızı hattımız olan Kobane’ye dönük. Bundan sonra Kobane düşse de, kalsa da Kobane’ye dönük yüz, tavır ve tercih tarihe geçecek.

Sonrası yok!

 

*Bu bir girizgâh, asıl sonradan yaşanacaklardır önemli olan!