Öyle, ideolojik-politik-sosyolojik analizlere girmeyeceğim; derdimi, en basitinden giderek anlatmaya çalışacağım!
Önce tespit: İçerde ve dışarda ateş çemberiyle yaşar hale geldik; bu noktaya gelişimizde en büyük sorumluluğun da Hükümet’e düştüğü bir gerçek. Yani, sorumluyu dışarda aramak yerine, kendinize sorma zamanı geldi ve geçiyor, demek istiyorum.

Örneğin, Kürt gerçeği, mezhepsel bataklıklar, beslenen muhalefetin bir gün gelip başa bela olacağı gibi Ortadoğu’nun gerçekleri bu kadar göz önündeyken, yıllardır sürdürülen barış-dostluk ilişkilerini savaşa dönüştürmenin vebali önce kime düşüyor dersiniz? Bu ülkenin, öncelikle Ortadoğu’da “derinlere” dalma niyetinden kaynaklanan bir vurgun yediğini görmemek mümkün mü?

Ya da toplum fay kırığı gibi çatlayıp, birbirine düşman kamplara bölünürken, bunların sorumlusu olarak, bir yanda Kürt sorununda silahtan başka bir yol düşünmeyen aklınız, öte yanda yeni-Türkiye veya yeni-Osmanlıcılık kartlarının yol açtığı depremlerden başkasını düşünmek mümkün mü?

Sonuç: Yalpalayan kurumlar, acıyla kıvranan insanlar, kararan gelecek!

Bir yanda terörün, katliamların, savaşın, bunların doğal sonucu olarak korku ve güvensizliğin kıvranması var, öte yandan, hukuku, hak ve özgürlükleri bir yana koyan tutuklama, yargılama ve suçlamaların... Dini referanslarla sarılı bir gelecekten kaygı duyan insanların kaygıları da ayrı! Kısacası, memleket yalpalamalar ve kaygılarla çalkalanmakta!
Örneğin Yeni-Türkiye kartları arasında baş rolü “başkanlık” hülyasının oynadığı hepimizin malumu! Oysa, birileri bu hülyaya kapılırken, ötekilerinin de bu hülyaya zorlandığı ortada ve bu uğurda tepe taklak olan anayasal düzen ile kurumları ve insanlarıyla çırpınıp duruyor bu memleket!

Acılar da türlü türlü: Temmuz 2015’ten bu yana çatışmalarda 200’e yakın sivil hayatını kaybetti; şehirler, mahalleler artık yok; insanlar savaş misali yollara düşüp sığınacak yer aramakta! 30-40 yılı aşkın bir süre devam eden bu mücadelede, siz, hala terörden başka laf etmiyor, canları kurban etmekten öte bir yol düşünemiyorsunuz!
Şehitlerin vebali de sizin boynunuzda. Genel Kurmay Başkanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğünün sitelerinde ölen asker ve polis sayısını bulamıyoruz ama aylardır televizyonların şehit haberleri ile açıldığını düşünürsek, kayıplarımızın yüzleri bulduğuna kuşku yok.

Bunlar yetmezmiş gibi, iki-üç ayda bir büyük kentlerimiz bombalı saldırılarla sarsılıyor. 20 Temmuz’dan buyana Suruç, Ankara Garı, Sultanahmet Meydanı ve Ankara Merkez olmak üzere dört büyük katliam yaşadık ve katliamlarda 173 insanımız öldü; yüzlerce yaralımız var.

Bu son katliamın, “devletin kalbi vuruldu” manşetleriyle verildiğini de görmüşsünüzdür eminim.

Bu koşullarda, kimi sesli, kimi sessiz, herkesin kafasında benzer soru dolaşıyor; bu belalardan nasıl kurtulacağız?
Örneğin terör diyerek, teröre lanet okuyarak mı atlatılacak bu badireler?



İsterseniz, her sabah ve her akşam meydanlara doluşup birlikte “terör lanetleme” ayinleri yapalım!

“Devlet teröre boyun eğer mi”, deyip hesap sormayı da boynumuzun borcu belleyelim!

Teröristlerin arkasındaki iç ve dış düşmanlarımız mı varmış; eyvallah, onlardan da gazabımızı esirgemeyelim de, önleyebilecek miyiz? Demokrasisi, huzuru da kaçmış bir memlekette kimin önünü kesmek mümkün!

Ve hala gerçekleri görmeye yanaşmayan zihniyet! Ne diyor Cumhurbaşkanı!

“Her şehidimiz ve her gazimiz, bu toprakların ilelebet vatanımız olduğunun, bayrağımızın inmeyeceğinin, ezanlarımızın susmayacağının, ülkemizin bölünmeyeceğinin, devletimizin yıkılmayacağının birer ispatıdır.”

Yani can vermeye devamdan başka çaremiz yok!

Bilmem, meydan okur gibi söylenen bu sözlerin gerçekte büyük bir aczin ifadesi olduğunu görebiliyor musunuz?
Ve sonucun sonucu: Devlet siz; yönetim siz; asker siz; polis siz; istihbarat siz iken, önlenemeyen bu terör ve katliamlar, durdurulamayan ölüm ve kayıplar karşısında sorumluluk ilk olarak Hükümet olarak sizin boynunuzda, bu bir. Yapacağınız ilk iş de, yanlışlarınızla, işe yaramayan politika ve yöntemlerinizi gözden geçirmek olmalı, bu iki!
Örneğin Suriye’de mezhep savaşlarının tarafı olmaktan bölgedeki Kürt gerçeğini kabul etmemeye kadar uzanan yanlışlarınız... Ülkedeki Kürt halkının varlığı ve yıllardır verdiği mücadeleye rağmen, hala silahlı mücadele ile terör söyleminden öteye gidememeniz... Milli irade, seçim vs. derken, varlık kazandığınız parlamenter sistemi, erkler ayrılığından hukuk devletine, hak ve özgürlüklerden laiklik ilkesine kadar birçok konuda işlemez hale getirişiniz... Ve, ve...

En önemlisi, teröre karşı birlik ve beraberlik çağrılarınızın yanıt bulması için de yanlışlarınızdan dönmeniz gerekmekte.
Hadi somuttan gidelim: Örneğin birlik çağrılarına olumlu yanıt alabilmeniz için, en başta, Cumhurbaşkanı’nın seçtiği değil, bu ülkenin seçtiği bir Hükümet olduğunuzu hatırlamanız ve başkanlık sistemi tartışmasını bir yana bırakıp parlamenter sistem ve hukuk devletine yeniden işlev kazandırmanız gerekli.

Yoksa, ne yazık ki, daha büyük felaketlere doğru uzanan bir yol görünüyor önümüzde.