Düşünün! Bir televizyonda başta Canan Kaftancıoğlu olmak üzere, “muhalif” siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler alenen düşman ilan ediliyor. Günün birinde “icaplarına bakılması” için listeler/silah yığınağı yapıldığı söyleniyor.

“RTÜK, bu vahim tabloya nasıl bir ceza uygun görür” diye beklerken... Başkanı Ebubekir Şahin çıkıyor ve neredeyse “çok beklersiniz” diyor:

“Darbeyi övenlerin karşısında söylenenleri biz cezalandırmak gibi bir pozisyonda değiliz. Çok büyütülecek bir konu değil.”

Artık örnekleri takip etmekte zorlanıyoruz. Her an birileri başını çıkartıp, Türkiye’nin nereye götürüldüğüne dair bir işaret fişeği patlatıyor.

Akit TV’de 12 yaşındaki kız çocuklarının evlenmek ve çocuk doğurmak için “ideal” olduğu söyleniyor örneğin...

İbrahim Gökçek›in mezarından çıkartılıp yakılmasını önleyenlere karşı, maskeli ağır silahlı bir grup çıkıyor. IŞİD’i aratmayan bir arka fon ve söylemle “günü geldiğinde hepimizin hesabının görüleceği” tehdidini savuruyor.

Bu arada, İbrahim Gökçek için “yaşamasını sağlayın” dediği için... Yani, sadece ve sadece yaşamı savunduğu için bir hâkim üç aylığına görevden uzaklaştırılıyor.
Ölüm orucundaki genç avukatları ekleyin… Hapisteki gazetecileri ekleyin.. Sosyal medyadaki, daha çok kadınlara yönelik iğrenç hakaretleri, dahası o kadınlara günün birinde “yapılacaklara” dair tasvirleri atlamayın…

Dahası... Dahası... Dahası...

Ekonomiden siyasete kuşatmayı düşünün.

Karanlığın nasıl koyulaştığını görün.

Sizin oralara daha “gece” gelmedi mi!

Kadri kıymeti bilinmemiş şair, Özdemir Asaf diyor ki oysa:

“Bir ülke karanlıktır, bir sokağı sönükse.”

***

Ne bir sokağı! Bu ülkede, kentler, mahalleler, hayatlar karartılıyor.

Gencecik hayatlar, REİS GİBİ DÜŞÜNMEDİĞİ için... Sadece bu gerekçeyle sonlandırılıyor, hapislerde çürütülüyor.

Ve gece çökerken BİZLER ne yapıyoruz?

Gazeteciler, yazarlar, aydınlar, sanatçılar ellerinden geldiğince yazıp çiziyor. Konuşuyor. Anlatıyor. Karanlıktaki ateş böcekleri gibi. Çoklar belki. Ama geceyi gündüze çevirmeye güçleri yok. Olamaz. Tüm yapabildikleri, cılız ışıklarıyla karanlığın ne kadar koyu olduğunu gösterebilmek.

Peki, ülkeyi karanlıktan çıkarma görevinin asli sahipleri... Yani siyaset erbabı... Yani muhalefet partileri... CHP’si, İYİ Partisi, Gelecek’i, DEVA’sı ve son zamanlarda son derece karışık bir görüntü sergileyen HDP’si... Onlar ne yapıyor?

Söyleyeyim:

Hemen her gün gazetelerin, televizyonların haber merkezlerine birer duyuru gönderiyorlar.

Filan partinin sözcüsü… Falan partinin TBMM Grup Başkanvekili...

Zaman zaman da lütfedip genel başkanları...

Konuşacaklar... Konuşmaları, şu link üzerinden canlı yayınlanabilecek... Sert olduğu zannedilen sözcükleri, “mücadele ediyor-muş” tadında ses tonuyla ekrandan üzerimize boca edecek...

Evet! Konuşuyorlar. Konuşmalara doyamıyorlar. Benim, konuklarımın, pek çok meslektaşımın ve uzmanın hemen her gün söylediklerini, üstelik bir zahmet güncelleyemedikleri bir metinle, tekrar ediyorlar. Ve görevlerini yapmanın “huzuruyla” sakin hayatlarına geri dönüyorlar.

***

Bu ülkenin en değerli aydınlarından, Prof. Korkut Boratav, geçenlerde “CHP ISRARLA GÖREVE DAVET EDİLMELİ” demişti.

Neden özellikle CHP?

Prof. Boratav, CHP tabanının “SOLCU” olduğunu, oysa parti yönetiminin “ısrarla” merkezde yer almaya çalıştığını söylüyor. Ve CHP’nin “solcu olduğu için iktidara gelemediği” önyargısının tamamen yanlış olduğunu... Gerçekte CHP’nin “tabanı kadar solcu olmadığı için iktidara gelemediğini” savunuyor.

Bu tespit, tam da böyle bir dönemde hayati önem taşıyor.

Karanlığın üstesinden gelmek, siyasal islam temelinde otoriter/faşizan bir rejimi engellemek için sol değerlerin öne çıkartılması şart. Mücadele şart. Ve en önemlisi, çağın/toplumun ruhunu anlamak şart.

Türkiye’nin sosyoekonomik açıdan geldiği noktada, aslında AKP, İYİ Parti tabanı bile “solcu” değil mi zaten! Onlar da, daha iyi bir yaşam, özgürlük, eşitlik gibi temel değerlerde buluşmuyor mu!

Bunu görmezden gelip, “mekanın sahibi” AKP’nin değerleriyle AKP’ye karşı ne yapabileceksiniz?

Özdemir Asaf fazla geldiyse, Aşk-ı Memnu’dan, Bihter’den bir replik verelim:

“Ölüyorum (ölüyoruz) anlasana (anlasanıza)!”