Musul'da öldürülen 5 Türk polisi için İçişleri Bakanlığı'nda yapılan tö

"Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber.
Sana aguşunu açmış duruyor peygamber."

Musul'da öldürülen 5 Türk polisi için İçişleri Bakanlığı'nda yapılan törende, Mehmet Akif Ersoy'dan bu dizeleri okuyan Başbakan Erdoğan, polislerin şehit olduklarının altını çizdi ve "Biz onları Peygamberin göğsünde, kucağında görüyoruz" diyerek sözlerini noktaladı.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve bakanlar... Dün devletin tepesi Musul'da öldürülen polisler için bir araya gelmişti. Kuşkusuz bu bir sahiplenme gösterisidir. Ancak, bu tür gösteriler çözümsüzlük içinde tekrarlandıkça bütün etkilerini yitirirler. Dilerim, "bu ve benzeri olayların devam edeceğini biliyorum" diyen, 1. Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon yanılıyordur ve benzer törenleri bir daha izlemeyiz.

Bir devlet adamı için göreve gönderdiği insanların tabutu önünde konuşmak kolay kaldırılır bir yük olmasa gerek. İşte o en ağır yükü kaldırırken, bir şiiriyle kendisinin cezaevine girmesine neden olan Mehmet Akif, dün "Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber" diyerek Başbakan'ın imdadına yetişti.

Öyle ya, eğer Peygamber kucağını açmış bekliyorsa, mezara ne gerek! Peki, Komiser Bilal Ülgen'in MKE'den emekli babası Dede Ülgen'in sözlerini ne demeli? "Kabahat devletin. Ateşin içine mahalle minibüsüyle adam gönderilir mi?" "Ateşin içine mahalle minibüsüyle adam göndermek" yalnızca acılı babanın değil, hiç kimsenin kabul edeceği bir durum değildir. Yeşilçam sokağındaki evinde yangından kaçıp sığındığı balkondan, yine yangının kucağına koşan film yapımcısı Erkan Abacı'nın çaresizliğinde de, korumaya giden korumaların korunamamasında da Mehmet Akif'ten mısralarla geçiştiremeyecek sorumsuzluk izleri var. Her gün onlarca insanın öldüğü bir savaş alanına, daha önce defalarca saldırıya uğramış bir büyükelçiliği korumaya gönderilen insanların nasıl korunduklarının sorgulanması gerekir.

Şehitler sizden makber istemeyebilirler, ama "Bizi son derece riskli bir çatışma alanına gönderirken gerekli güvenlik önlemlerini almış mıydınız?" diye sorarlar. O tören alanında, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Başbakan ve bakanların karşısına geçerek "Neden zırhlı araçla göndermediniz?" diye soran ailelere verecek bir yanıtı da var mıdır Mehmet Akif'in? Hadi, 'zırhlı araç yoktu' diyelim, "İncirlik'ten Bağdat'a giden müttefik uçaklarında 5-6 kişilik yer de mi bulunamadı", sorusunun bir yanıtı var mıdır?

Dışişleri Bakanı Gül'ün "Irak'taki Koalisyon Güçleri'nden, Irak Geçici Yönetimi'nden ve Irak'taki herkesten" canilerin bulunup cezalandırılmasını isteyen sözleri ile Org. Tolon'un "Olayın dost ve müttefik bildiğimiz ve öyle tanımladığımız bir ülkenin kontrolü altındaki bir yerde cereyan etmiş olması tabii fevkalade üzücü" sözleri de karşılaştırılmalı. Başbakan ve Dışişleri Bakanı faillerin bulunması için koalisyon güçlerini işaret ederken, Org. Tolon'un ABD'nin sorumluluğunu ima edip "Biz de bunu not ediyoruz" demesi düşündürücüdür.

ABD askerlerinin kurtulmak için kendi kendilerini vurdukları, Kanada'ya iltica ettikleri, mahkemelere başvurdukları ve yeterli asker bulmakta zorluk çeken Washington'un artık emeklileri göreve çağırdığı Irak bataklığında "Neden biz de yokuz?" diye hayıflanan köşe yazarları da biraz Mehmet Akif okumalı. Kimbilir, belki daha önce öldürülen vatandaşlarımızın ardından yaptıkları kıyaslamayı yine yapıp, "askerimiz orada olsaydı, beş polisimiz şehit edilmeyecekti" diye yazacaklara da bir faydası olur Mehmet Akif'in.

1 Mart'ta girmeyi reddettiğimiz Irak bataklığı, kıyısından geçeni bile içine çekerek, her gün biraz daha derinleşiyor. Iraklılar ABD'nin getirdiği demokrasiye rağbet etmiyorlar. CIA raporları, direnişin bastırılmak bir yana, gittikçe güçlendiğini bildiriyor. İşgalcileri çiçeklerle karşılayacağı söylenen Iraklılar işgali kusuyor.
Başbakan Erdoğan, keşke bir jest yapıp, "Ey şehit oğlu şehit" diye başlayan mısraları Bush'a da gönderse...