Trump’ın yemin ederek göreve başlamasının üzerinden iki haftadan fazla bir süre geçti. Beyaz Saray’dan verilen bilgiye göre, ABD başkanı bu süre zarfında sırasıyla şu devletlerin Başkanlarıyla görüştü: Meksika, Kanada, Endonezya, İsrail, Mısır, Hindistan, İngiltere, Japonya, Almanya, Rusya, Fransa, Avustralya, Suudi Arabistan, Güney Kore, Ürdün.

Görülebildiği üzere listede “dünya lideri”miz yok ve beklenen telefon ise hâlâ gelmiş değil. Üstelik o telefon bir türlü gelmiyor ama o esnada, Trump Suudi Kralı’yla Yemen ve Suriye’de “güvenli bölge” kurulması için anlaşmaya varıyor, aynı meseleyle ilgili olarak görüştüğü Ürdün Kralı’na “bölgenin model ülkesi” olduklarını söylüyor, ağırlığı YPG’den oluşan SDG’ye silah akışı, zırhlı araçları da kapsayacak şekilde sürüyor, Rakka Operasyonu’nda yeni aşamaya geçiliyor.

Ancak mesele yeni Osmanlı’nın en azından şimdilik oyun dışı bırakılmış olmasıyla ve bir “burun sürtme” operasyonuna maruz kalmasıyla sınırlı değil, hem buna hem de “Müslümanlara vize yasağı” başta olmak üzere Trump’ın söylediklerine ya da yaptıklarına iktidar cenahından şimdiye kadar tek bir tepki verilmemiş, tek bir ses yükseltilmemiş olması. Örnek mi, “Reis” birlikte yaptıkları basın toplantısında “İslamcı terör” tabirini kullanan Merkel’e bundan duyduğu rahatsızlığı iletebiliyor ama Trump’ın bunu katbekat aşan açıklamalarına ve politikalarına dair henüz herhangi bir şey söylemiş değil.

Hal böyle olunca, yandaş kalemler de bu sessizliği rasyonalize etmek için kırk takla atıyorlar. Daha düne kadar Türkiye’yi “Müslüman dünyanın lideri” diye takdim edenler, “oyun kurucu ülke” olmaktan bahsedenler, “Bölgede bizden habersiz yaprak kımıldamaz” diyenler, emperyal hayallerinin peşinde Suriye’nin yakılıp yıkılmasını alkışlayanlar, birden aklı, mantığı, rasyonel düşünmeyi keşfetmiş olsalar gerek ki, şimdi uzun uzun, duygusal tepkiler vermemek gerektiğinden, uluslararası ilişkilerin gerçekçilik üzerine kurulu olduğundan, ABD’yle müttefiklik ilişkisinin devamının öneminden bahseden yazılar yazıyorlar.

Peki bu sessizliğin ve bunu meşrulaştırma girişimlerinin arkasında ne var, “yeryüzünün halifesi” neden Trump’ın Müslüman düşmanlığına karşı sessiz, neden ümmeti korumak adına çıkıp iki kelime etmiyor? Neden daha dün Halep yalanlarıyla timsah gözyaşı döken İslamcı medya, yalandan da olsa sesini yükseltmiyor, Rus büyükelçiliğinin önüne gidenler neden ABD büyükelçiliğinin ya da Trump Tower’ın da önüne gitmiyor?

Bunun birden fazla nedeni var ve ilk neden elbette ki Türkiye kapitalizminin ve İslamcılığının ABD’ye ve emperyalizme olan geleneksel bağımlılığı. İktidar partisi ile ABD arasındaki “ikbal” kaynaklı gerilimi “anti-emperyalist” ya da “millici” diye adlandırıp “Avrasya eksenine kayma” vs. diye zırvalayanların görmezden geldiği bu geleneksel bağımlılığın belirlediği İslamcılar, Obama’nın son döneminde gerilen ilişkilerin tamiri için her şeyi yapabilecek durumda. Uluslararası alanda büyük bir sıkışma yaşayan İktidar Rusya ile yakınlaşmanın bir sınırını olduğunu ve Batı ile yeni bir düzlemde yeni bir mutabakata varılması gerektiğini, mevcut durumun ilanihaye sürdürülemeyeceğini biliyor. Trump’ın işbaşına gelmesini de bunun için bir fırsat olarak görüyor ve o telefon bir an önce gelsin diye bekliyor.

Ancak bu geleneksel bağımlılığın ötesinde bir de Trump’ın iktidar mantalitesi ile kendininkini örtüştürme meselesi var ki, yakınlaşma çabasının arka planını esas olarak bu oluşturuyor. İktidar açısından önemli olan Trump’ın Müslüman düşmanı olması değil; anayasayı, hukuku, kurumları takmayan, onlarla kavga eden, başına buyruk ve pervasızca hareket eden tek adam görüntüsü. Bu görüntünün Türkiye’deki yansımasının kim olduğu ise gayet iyi biliniyor. İktidar açısından, dünyanın lider ülkesinin tepesinde kendisine benzer bir yönetim anlayışının olması, uluslararası meşruluk ve “Bakın ABD’de de böyle” diyebilmek açısından son derece önemli.

Trump’ın içeride ve dışarıda güya düzenle, statükoyla, BM’yle, AB’yle, NATO’yla kavga eden, anti-liberal, dinselliğin ve milliyetçiliğin belirleyici olduğu bir sağ-popülizmi dillendirmesi de aynı şekilde, iktidar açısından bir “rol model” teşkil ediyor; “Reis”, Trump şahsında kendisine yeni bir yol arkadaşı bulduğuna inanıyor, o arkadaşlığa oynamaya, oradan kendi liderliğine yeni bir meşruiyet yaratmaya çalışıyor.

Trump kendisine yönelik bu platonik aşka nasıl bir yanıt verecek bilinmez ama bütün o Osmanlıcı emperyal fantezilerin, halifelik iddialarının, ümmet demagojisinin bu sefer de Trump adlı hakikat duvarına çarpıp bir kez daha tuzla buz olduğu görülebiliyor. Türkiye İslamcılığı koskocaman bir yalan, yeni-Osmanlı ise bir parodi olarak varlığını -şimdilik- devam ettiriyor
NOT: Yazı gazeteye yollandıktan hemen sonra, ajanslar Trump’la Erdoğan’ın telefon görüşmesi yapacağını duyurdular.