1990’ların ikinci yarısındayız. Öğrencilik yıllarımda okuldan kalan vakitlerde babamın kuzeni rahmetli Ruşen Amcamın gözlükçü dükkanında çalışıyorum. Tam da optik işinin dönüşüm yılları. Çünkü tam otomatik, monitörlü, bilgisayarlı gözlük camı kesme makineleri yeni çıkıp yaygınlaşıyor. Öyle ki makinenin bir tarafına gözlük çerçevesini koyuyorsunuz, diğer tarafına işlenmemiş gözlük camını, tam çerçeveye göre kesip çıkarıyor. Siz sadece camı makineden alıyor ve çerçeveye vidalıyor ya da oturtuyorsunuz, o kadar. Daha öncesinde bu iş basit makineleri olsa da ciddi ustalık ve el emeği isteyen bir işti ve bu yüzden de çıraklıktan kalfalığa, oradan ustalığa giden bir eğitim süreci vardı. Ben tam da bu sürecin sonlarında işe başladığım için kıra döke bazı denemeler yapmış ve işi birazcık öğrenmiştim. Yani tam da ustalaşamadan bilgisayarlı makineyle tanışmış ve kısa sürede kompetanı olmuştum. O zamanlar bana uzay çağı makinesi gibi gelen bu makinenin başında havalı havalı otururken, münasebetsiz bir gözlük toptancısı bir pot kırarak aslında gerçek durumla yüzleşmemi sağladı: “Ruşen Abi, yani bu makinenin önüne bir maymun oturtsak, o bile yapar bu işi.” Tam da ben bu makinenin önünde otururken söyledi bunu. Şimdi gülerek anlatsam da o gün çok sinirlendiğimi ve bu toptancının o gün satmak için getirdiği çerçevelerin hiçbirini beğenmeyerek intikam almaya çalıştığımı hatırlıyorum.

OTOMASYONA YENİLİNCE NE YAPTIM?

Otomasyon yüzünden yaptığım işi kaybetme riskiyle ilk yüzleşmem böyle olmuştu. Yapay zekâ işimizi mi alacak tartışmalarının tam ortasında yeniden aklıma geldi. Geçen ay, ChatGPT’nin halkın kullanımına açıldığı ilk hafta, bu köşede, konuyla ilgili bilgi ve yorumlarımı aktarmıştım. O günden bu yana, konuyla ilgili tartışmalar da hayli büyüdü ve üzerine biraz daha düşünme fırsatı buldum. Peki, ilk gençliğimde öğrenmekte olduğum işin bilgisayar tarafından böylece ele geçirilmesi, benim hayatımda nasıl bir değişiklik yaratmıştı? Bir defa, makine işi kendi kendine yaptığı için, daha fazla satış tezgahında yer almaya başlamıştım. Bir malı satmak için alıcıya güven vermeniz ve onu ikna etmeniz gerekiyordu. Bu da eksiksiz bir iletişim uzmanlığı gerektiriyordu. Neredeyse son 20 yıldır yaptığım iletişim, reklamcılık hatta yazarlık işinin asıl temellerini de o günlerde attım diyebilirdim. Çünkü insanları ikna etme işi, büyük bir gözlem yeteneği istiyordu. Örneğin bir müşteri, dükkâna girdikten sonra çantasını sehpaya koyuyor, paltosunu çıkarıyorsa, ciddi alıcıydı, uğraşmaya değerdi. Yok eğer, çantası elinde veya sırtında bakıyorsa, çok da uğraşmaya gerek yoktu, büyük ihtimalle almayacaktı. O küçücük dükkânda bile iletişim ve ikna işiyle ilgili bunun gibi yüzlerce ayrıntı vardı. Seçilen kelimeler, anlatılan hikayeler, üretilen argümanlar satışa dönüşüyordu. O çok genç yaşta yaşadığım deneyim, benim hayattaki bir sonraki adımım için eğitime dönüştü, bir kapı kapandı, başka bir kapı açıldı.

YARATICILIĞA GÜVENMEK

Bugünlerde yapay zekânın “altına hücum” dönemi diye adlandırabileceğiz bir dönemdeyiz. Geçmişte el emeğine dayalı işleri yok eden otomasyon, şimdi masa başı işlere, hatta yazarlığa ve çizerliğe kadar el atmış durumda. Chat GPT bir tarafta, Dall-E bir tarafta, Stable Diffusion bir tarafta. Hatta ses ve müzik üreten yapay zekâ araçları da mevcut. Haliyle bir korku yayılıyor. Kuşkusuz korkulan şeylerin bazıları gerçek olacak ama insanlık tarihinden aldığımız dersler de gösteriyor ki abartıldığı kadar da olmayacak. Evet, yukarıda referans verdiğim bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi ChatGPT çok etkileyici ama bir yaratıcılıktan söz edemeyiz. Sadece daha önce üretilmiş metinleri tarayarak hangi kelimelerin hangi durumlarda bir araya geldiğini istatiksel bir formüle dönüştürüyor ve bir çıktı sağlıyor. Çizim tarafında da tarzları kopyalayıp, birleştiriyor. Burada kritik olan şey şu, insanın girdisi olmasa bu makinelerin bir çıktısı olmayacak. Çünkü düşünme yetisinden yoksunlar. Bu da önceden yapılan rutin işlerin çoğunu artık yapacaklar demek. Haliyle bu rutin işleri yürüten insanların da farklı yeteneklerini geliştirmeleri gerekecek. Bu süreç elbette acısız olmayacak. Bir gazeteci için düşünürsek; rutin kaza, felaket, siyasetçi beyanı gibi haberleri yazmak artık bir iş değil. Onun yerine analiz, yaratıcılık, araştırmacılık ve hipotez üretme gibi yetenekler gelişecek. Zaten sosyal medya, gazeteciliği çok zor duruma düşürürken de önce niteliksizlikte ısrar eden basın kuruluşlarını yaralamıştı.

İYİMSERLİK BENDE KALSIN

Diğer tarafta müzik sektörünün mp3 teknolojisiyle girdiği sürece benzer bir süreç bekliyor yapay zekâ kuruluşlarını. Yani onların da işi kolay değil. Çünkü yapay zekânın tüm bu işleri kusursuzca yapabilmesi için eğitilmesi gerekiyor ve bu eğitim de daha önce yapılmış şeyleri taramasıyla oluyor. Örneğin ChatGPT’nin içinde Vikipedi’nin 2021’e kadar olan verisinin tamamı ve daha pek çok halka açık veri seti var. Aynı şekilde çizim üreten yapay zekâlar internetteki tüm resim ve fotoğrafları tarayıp kelimelerle eşleştiriyor. Hal böyle olunca, hak sahiplerinden ilk davalar gelmeye başladı. Çünkü özellikle işin görsel tarafında, yapay zekâ araçlarının bazı sanatçıların tarzlarını nasıl kopyaladığı daha net görünüyor. O yüzden üretken yapay zekânın gelişim sürecini de büyük ölçüde bu davaların şekillendirmesi bekleniyor. Bu da önemli bir veri hakları tartışması başlatacaktır. Özellikle müzik sektörü, bu hukuki mücadeleyle birlikte tam olarak eski günlerine dönemese de önemli kazanımlar elde etmişti. Dahası, plak şirketlerinin hegemonyası nedeniyle daha önce karşılaşamayacağımız bağımsız işlerin daha fazla şans bulması sağlandı bile denebilir. İşte nihayetinde bu üretken yapay zekâ furyasının da insan yaratıcılığının geliştirilmesi konusunda olumlu etkileri olabilir. Herkesin yapabileceğini zaten makineler yapıyorsa, biz de makinelerle iş birliği yaparak daha ötesine ulaşma yolunda çalışmalıyız. Bu öngörülerim çok çok iyimser gibi gelebilir. İyimserlik riski bende kalsın razıyım ama konuyla ilgili daha önceki yazımda da söylediğim gibi asıl tehlike, makinelerin insanlaşması değil, insanların robotlaşması. Çünkü yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin, bilinci olmadığı için bir ‘sosyopat’ olarak kalacak, oysa biz insanlar bir topluluk içinde kurduğumuz sosyal ilişkilerle anlamlıyız. Ne kadar robot değilsek o kadar büyüğüz.